Dikkat etmişsinizdir son bir kaç aydır Türkiye’ye yönelik eleştirilerin niteliği farklılaştı. Eskiden yapılanlar ya da yapılmayanlar üstünden yöneltilen eleştiriler, şimdi ülkeler arasındaki ilişkileri doğrudan hedef alır hale geldi. Özellikle Türkiye’yi yakından takip eden yazar-çizerler hitap ettikleri ülkelerde kamuoyu yaratıp ilişkileri sarsmaya ve zayıflatmaya çalışıyor.
Hedefte Amerika var ve sürekli olarak iki ülke arasındaki ilişki Kobani meselesine, Türkiye’nin Kobani krizine askeri olarak müdahale etmemesine indirgeniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Obama yönetiminin Suriye konusundaki kararsızlığını eleştirmesi ilişkilerdeki kopukluğun delili olarak sunuluyor. Yönetimin sözcüleri her fırsatta ilişkilerde ciddiye alınabilecek sorun olmadığını vurgulasa da, birileri gerilim yaratmak için inatla çalışıyor.
***
Belli ki istenen ilişkilerin kopması, Amerika’nın Türkiye’yi karşısına alması, Türkiye’nin, daha doğrusu AK Parti iktidarının bu kopuştan zarar görmesi. Kimisi samimiyetle iktidarın otoriterleştiğine inanıyor, kimisi fikren ve bazen de madden Türkiye karşıtı lobilerden besleniyor. Şu sıralarda Türkiye’nin pek dostu kalmamış olması da kötü niyetlilerin elini güçlendiriyor, iyi niyetlilere için de iddialarına kanıt sağlıyor.
Başbakan Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu eleştirilerin algı operasyonu olduğunu söylemesi de sonucu değiştirmiyor. İçeride safların sıklaşmasına yol açsa bile dışarıdaki sorunların aşılmasına, Türkiye karşıtlığından oluşturulan ya da oluşan algının değişmesine yol açmıyor. Ne Kobani için yapılan yardımlar, ne de Peşmerge güçlerinin geçişine sağlanan kolaylıklar bu algının değişmesine neden olmuyor.
Aslında sorun Kobani değil. Türkiye IŞİD’e karşı topyekûn savaş açsa, bütün gücüyle saldırsa, bu sefer de Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal etti diye eleştirilir, doğabilecek insan kayıpları yüzünden suçlanır. Amerika yaptığında sadece insan hakları örgütlerinin ajandasına girebilecek sivil ölümleri emin olun ki savaş suçu kapsamında karşımıza çıkar. Çünkü Kobani sadece bir fırsat yarattı, şimdi o fırsat kullanılıyor.
Diyebilirsiniz ki bizim o fırsatı vermemiz gerekirdi. Doğrudur, ideal bir dünyada bu kriz çok daha iyi yönetilebilir, Kobani Kürtler ile Türkler arasında kader birliği yaratmak amacıyla kullanılabilirdi. Ama ne yazık ki ideal bir dünyada yaşamıyoruz. Gerçek dünyada yenilemeyen korkular, dizginlenemeyen ihtiraslar ve tek bir tarafa mal edilemeyecek stratejik hesaplar var. Hepsinin üstesinden bir anda gelmek ve en doğru kararı, en doğru anda vermek kolay olmuyor.
Ayrıca Kobani sorununu aşsanız da dışarıdan bakanların fikri değişmiyor. Bir kere bir yere oturtulmuş, hakkında kesin kanaat belirtilmiş Türkiye’nin yaptığı her şeyi mutlaka yanlış yapması gerekiyor. Bugün Kobani, yarın başka bir sorun gerilim unsuru olarak ortaya konuyor. Dünyadaki Türkiye algısının değişmesi için daha köklü tedbirlerin alınması, galiba en çok da üsluba dikkat edilmesi gerekiyor. Siyasilerimizin, siyaset üstü mevkide bulunanların, Türkiye’nin görünen yüzlerinin biraz daha yumuşaması şart.
***
Bir de dünyayla barışmak zorundayız. Bu kadar çok ülkeyle aynı anda kavgalı olamayız. Mısır ve İsrail ile küs olmamız bize sadece Ortadoğu’yu kapatmıyor, dünyadaki pozisyonumuzu da belirliyor. Suudilerle beğensek de beğenmesek de bir şekilde uzlaşmalıyız. Ermenistan ile yakınlaşmanın yollarını bulmalıyız. Kıbrıs sorununu çözemiyorsak, gümrük birliğinden doğan sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz.
Amerika ile de medya üstünden konuşma huyumuzdan da vazgeçmeliyiz. Onun bizim istediklerimizi kabul etmemesini anlayışla karşılamalı, dünyaya sanki Amerika ile çatışma halindeymişiz gibi mesaj vermemeye özen göstermeliyiz. Bazı şeylerin bize rağmen yapılmış olması itirafının gücümüzü ve etkimizi arttırmadığını, tam tersine azalttığını görmeliyiz. Daha da önemlisi en kısa zamanda demokrasimizin ayıplarından kurtulmalıyız...