"Beka”,“baki kalmak” anlamına geliyor. “Varlığını devam ettirmek” diye tercüme edilebilir. Halkımız “Sonsuzca var olma” anlamında Allah’ın sıfatları arasında yer alması sebebiyle “beka” kelimesini tanır.
Konu, ülkenin varoluş - yok oluş, hayat - memat, ölüm - kalım meselesi çerçevesinde ve bizzat Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın sözleri arasında gündeme geliyor.
“Beka sorunu”ile birlikte, yine Sayın Cumhurbaşkanı, “Sevr şartlarına dönme” riskinden bahsediyor, buna karşı “İstiklal Savaşı kadar hayati bir mücadele verildiği”ni söylüyor ve halkı “Milli seferberliğe” davet ediyor.
Bütün bunlar, ülke olarak adeta yok edici bir tehditle karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, mesela dolar yükselmesini bile, Türkiye’ye karşı yürütülen mücadelenin bir parçası olarak zikrediyor, halkın dolar bozdurma seferberliğini de “Beka mücadelesi”nde kararlılık ifadesi olarak değerlendiriyor.
Dolar yükselmesi, 15 Temmuz’la, FETÖ ile, PKK’nın çözüm sürecini bozup yeniden teröre başlaması ile, Suriye’de Türkiye’ye yönelik bir tehdit olarak PKK/PYD yapılanmasının devreye sokulması ile birlikte değerlendirildiğinde, Trump’ın seçilmesinin getirdiği belirsizlikten çıkıp, Türkiye’nin vurulması eksenine oturuyor.
Sayın Cumhurbaşkanı “Üst akıl” tanımlamasını ilk defa, “Güney sınırlarımızda Türkiye’ye karşı bir operasyon başlatıldığı” değerlendirmesi ile birlikte yapmıştı. O zamandan beri “Üst Akıl”ın Türkiye’ye yönelik hamleleri hep gündeme geldi. Bugün de herhalde Cumhurbaşkanı’na Sevr’i hatırlatacak ölçüde ciddileşen bu “Beka sorunu” bir “Üst akıl hamlesi” olarak okunacaktır.
Şu ana kadar “Üst akıl”ın adı tam konmadı. Ama parmaklarımızın veya sözlerimizin işaretlediği “Şüpheli” aşağı yukarı belli. Amerika da olabilir bu, daha genelde Batı da olabilir.
Sevr’de de genelde Batı vardır.
Batı ile Ak Parti iktidarlarının ilişkisi başlangıçtan beri böyle gitmedi. Batı, genelde “İslamcı” oluşumlara bakışından farklı davrandı Ak Parti’ye, Ak Parti de mesela Refah’tan farklı yaklaştı Batı’ya.
Şu anda Batı’yı “Beka sorunu”muzun baş şüphelisi görmek, adeta “Can düşmanı” gibi görmek anlamına geliyor. Yani bizi yok etmek istiyorlar, diye düşünüyoruz.
Batı gerçekten böyle mi düşünüyor, biz Batı’nın böyle düşündüğünü düşünüyorsak, ilişkilerimiz hala “müttefiklik” noktasında kalabilir mi?
Bir süredir ben, “Amerika ile her şeyi oturup baştan aşağıya konuşmak gerektiği”ni yazıp duruyorum. Aynı şeyi AB ile de yapmak gerekiyor.
Biz şu anda konuyu halkın gündemine taşıyoruz. Bu, halkın yaptığı fedakarlıkları boşuna yapmadığı bilincine varması için önem arz ediyor. Sonuçta 15 Temmuz’da tankların önüne yatan, terörle mücadelede evlatlarını kaybeden, sınır ötesi harekatta görev alan evlatlarının şehadetine içi yanan bir halk var, buna değdiğine inanması gerekiyor. Ülke Sevr şartlarına düşme tehlikesi yaşıyorsa, memleketin insanı canını dişine takıp mücadele edecek.
Bu, meselenin halkın duygularını diri tutma boyutu. Evet, vatan dara düştüğünde halk, kadın – erkek, genç – yaşlı demeden varını yoğunu ortaya koyar. Mesele vatansa gerisi teferruat olur.
Ama öte yanda ülke olarak gerçekten karşı karşıya kaldığımız tehlikeyi doğru okuma konusu var. Bu, Türkiye’nin kendi “Üst akl”ını, yani tepe kadrolarını ilgilendiren bir konu. Zaman zaman bizzat Başbakan tarafından “Dostları attırma, düşmanları azaltma” gibi bir politikadan söz ediliyor ya, işte bu da bizim “Üst akl”ımızın başarması gereken bir hedef.
2023, 2053, 2071 hedeflerinin coşturduğu günler vardı.
1918 şartlarını hatırlatan bir gündem geldi önümüze.
Uzun vadeli bir mücadele süreci ile karşı karşıya kalacağımız açık. Belki de “Akıllar” çarpışacak. Akıl süzgecinden geçmiş hamleler. Alt alta üst üste boğuşmalar... Meydanlara taşınan mesajları bile mutfakta pişirmekte yarar var, diye düşünüyorum.