Beka meselesi seçim sürecinin ana belirleyicisi oldu diyebiliriz. Cumhur İttifakı'nın bu vurgusu, CHP-HDP-İP-SP ittifakı tarafından güçlü bir "hizmet siyaseti" söylemi ile karşılanamadı.
Cumhur İttifakı'nın bir kaygı olarak dile getirdiği beka konusu, karşı ittifakı savunmada bıraktı. Zira HDP'nin, PKK ile olan açık bağı ve 7 Haziran genel seçimlerinde olduğu kadar bile seçmene 'sevimli' gözükecek bir söylem üretmemiş olması, CHP ve İyi Parti açısından bu ittifakı savunulamaz hale getirdi.
HDP'li vekillerin "PKK sizi tükürüğünde boğar", "Biz sırtımızı YPG'ye, YPJ'ye yaslıyoruz" sözleri, CHP'li vekillerin ve genel başkanlarının Afrin ve Kandil operasyonlarında PKK'yı koruyan tavrı, bizzat Kılıçdaroğlu'nun "YPG bize saldırmaz ki" sözü ve daha bir sürü bu minvalde fecaat eylem ve açıklama, CHP-HDP-İP-SP ittifakını toplumun nazarında gayrımeşru kıldı.
***
Meral Akşener'in 15 Temmuz gecesi 250 vatandaşımızı kurşunlayarak, tankların paletleri arasında ezerek katleden FETÖ'cüleri "Mehmetçik hapiste" sözleriyle alenen savunması ise doğrusu "Bu kadar da olmaz" dedirtti. Üstüne Ekrem Dumanlı, Tarık Toros ve Erhan Başyurt gibi örgütün medya yapılanmasında görevli firari FETÖ'cülerin muhalefet için oy istemesi, mezkur ittifakın PKK ve FETÖ için umut olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Bir taraftan da Kandil'de mukim terörist elebaşlarından Murat Karayılan'ın "AKP'ye oy vermek günahtır" diyerek HDP'nin içinde olduğu ittifak bloğunu işaret etmesi, siyasi partilerin yanı sıra söz konusu ittifakın içinde PKK ve FETÖ'nün de olduğunu gözler önüne serdi.
Hal böyle olunca Cumhur İttifakı'nın beka argümanı, bizzat muhalefet eliyle gerçekliğe kavuşturuldu.
***
Şeffaflık demokrasinin bir gereğidir. Muhalefet, AK Parti'ye karşı FETÖ ve PKK ile kurduğu amaç birliğini daha da ileriye taşıyarak, belediye il ve ilçe meclislerinin aday listelerinde PKK ile iltisaklı isimlere yer verdi. Evet, hukuki olarak aday olmalarında bir sakınca yoktu belki ama bu isimlerin PKK ile olan dolaylı irtibatları İçişleri Bakanlığı tarafından tek tek açıkladı.
Bu durum, terör örgütlerini siyasetin normal aktörleriymişçesine meşrulaştıran muhalefetin, milleti salak yerine koyan tavrına ışık tutmuş oldu.
***
Dolar spekülasyonu ile ekonomiye yönelen saldırı, Yeni Zelanda'da gerçekleştirilen ve Türkiye'yi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve tüm Müslümanları hedef alan terör saldırısı, Avrupa Konseyi'nin Ayasofya Camii ile ilgili açıklaması ve tabii ki ABD'nin Gazze ve Kudüs'ten sonra şimdi de Golan Tepeleri üzerindeki İsrail işgali ve ablukasını destekleyen adımlarla ulusal ve bölgesel düzeyde bir dizi tehdit altındayız. Bunlara son 5-6 senede gerçekleşen FETÖ ve PKK saldırılarını eklediğimizde, beka kaygısının bu topraklarda komplo teorisi değil reel-politik olduğu zaten anlaşılmaktadır.
***
Seçimin bu yüksek söylem düzeyinin yanında, bir de sahada adayların kampanyalarından takip edebildiğimiz projeler kısmı var. Ak Parti'nin belediye başkan adayları her gün yeni bir proje açıklıyor. Vatandaşın belediyecilik hizmetleri konusunda talep çıtasının hayli yukarılara çıktığını söylemeliyiz. Bu, memnuniyet çıtasını yükselttiği oranda yerel yönetimlerin işini de zorlaştırıyor.
"Çeşmenizden üç gün su akıtacağız" denilerek seçim kazanılan günlerden "millet kıraathanesi" ve "millet bahçesi" gibi sosyal mekan politikalarının ön plana çıktığı yeni nesil belediyecilik anlayışına geçiyoruz.
Bu şartlar altında, illegal yapılara müsamaha gösteren "yıkım siyasetinin" kazanacağını düşünmek bu ülkeyi tanımamaktır.
"Beka siyasetini" alaya alanlar, bunun karşısına bir "hizmet siyaseti" de koyabilmiş değil üstelik.