Devleti yönetenlerin ABD’ye yaptıkları ziyaretler ile ABD başkanlarının Türkiye ziyaretlerinden ödüm kopar... Hiç tekin olmayan, garip sayılacak olaylar öyle dönemlerde yaşanır... Çoğu kez ziyaretler sonrasında kan dökülür...
Bu kanaate nasıl geldiğimi sizlerle paylaşmam gerekiyor.
ABD Başkanı Bill Clinton 1999 yılı kasım ayında ülkemizi ziyaret etmişti, hatırlayacaksınız... Büyük deprem sonrasında... Hani Adapazarı’na da uğramış, kucağına aldığı Erkan bebek burnunu sıkmıştı ya... İşte o ziyaret...
Clinton’un depremin yaralarını sarmaya çalışan ülkemizi ziyaretinden bir hafta önce, o sıralar ‘Aydınlık’ gazetesinde yazan şimdilerin ‘Ergenekon’ sanığı Yalçın Küçük ilginç bir yazıyla çıktı okur karşısına... Nasuhi Güngör’dü Küçük’ün o ilginç yazısına dikkatimi çeken...
Okuyalım: “Öyle görünüyor, ülkemiz yönetenlerinin, Amerikan cumhurbaşkanları ile temasları mutlaka kutlanmaktadır ve çok zaman kan akmaktadır. Peki şimdi Clinton'un, kasım ayında ülkemize ziyareti kararlaştırıldığına göre, bu, kaçımızın öleceği anlamındadır; bir kişi mi, İmralı mı, bilemiyoruz.” (Yalçın Küçük, Amerikan-Eli, Aydınlık, 17 Ekim 1999).
Ziyaretten bir hafta sonra ‘bir kişi’ öldürüldü: Prof. Ahmet Taner Kışlalı...
Tesadüf mü? Olabilir. Çünkü ben daha ilk günden, Cumhuriyet yazarının, aslında, arabası üzerine konulan bombalı paketi fark etmesi beklendiği halde, nasıl olduysa bunu fark etmediği için, hayatını kaybettiğine inanıyorum.
Yalnız da değilim bu tezimde; Sabah yazarı Hıncal Uluç da, yakın akrabası olan bilimadamının, öldürülmesinin kast edilmediği bir suikasta kurban gittiğini benden sonra yazdı.
Sonuç değişmiyor: ABD ziyaretleri sonrasında böyle garip olaylar oluyor işte...
Uğur Mumcu da, Ocak 1993’te, Turgut Özal’ın son ABD ziyareti sırasında öldürülmüştü; heyet Washington’dan New York’a geçtiğinde... Peninsula Oteli’ndeki odasında sohbet ederken, Özal, “Bu suikast iyi saatte olsunların işi olabilir” demişti bizlere... Dört gazeteciydik...
Dün burada sözünü ettiğim Adnan Menderes’in 1959 yılı ekim ayında çıktığı ABD gezisi ve Beyaz Saray ziyareti sonrasında yaşananları tarih kitapları ayrıntılarıyla kaydediyor: Üniversiteler kaynamaya, askeri okullar kazan kaldırmaya, sokaklar hareketlenmeye başlamıştı... ‘Halk hareketi’ diye yansıtılan olaylar bir iktidarın sonunu getirdi...
Washington’da Türkiye’yi temsil eden Suat Hayri Ürgüplü’nün ziyaret sırasında bir gazeteciye söylediği sözleri, dünkü yazımıbulup okumanızı isterim.
Ortalığı Amerika mı karıştırıyor; her ziyaretten sonra kan döken ABD ajanları mıdır? Hayır, hiç de öyle olması gerekmiyor... Zaten çoğu ziyaret, Menderes’inkinden farklı olarak, büyük başarıyla geçiyor. Turgut Özal’ı Camp David’te bile ağırlamıştı Baba Bush... Clinton Türkiye’yi ziyareti sırasında, TBMM’de konuşurken, sanki bugünkü Türkiye’yi öngörüp övgüler düzmüştü... Tayyip Erdoğan’ın Taksim eylemlerinden hemen önce çıktığı Washington seferinde nasıl görkemli bir misafirperverlikle karşılandığı da belleklerimizde taptaze...
Bu yüzden, bazılarının “Tayyip Erdoğan’ın kırmızı odada neyi reddettiğini bilseniz patlayan olayların fâilini hemen tanırdınız” türü yakıştırmaları bana doğru gelmiyor.
Washington Taksim’de olan-bitenlerle olağanüstü ilgilense, her gün Tayyip Bey’i ve hükümeti kızdıran açıklamalar yayımlasa bile bu kanaatimin değişeceğini sanmıyorum.
Tabii, ortalık yatıştıktan ve Gezi Parkı’nda toplaşan gençler evlerine döndükten sonraki günleri beklemek lâzım. O zamana kadar Washington’un Türkiye’deki siyasi iktidarla ilişkilerinin samimiyetinden kuşku duymamız için bir sebep yok...
Yoksa var mı? Bu kuşku taşıyan soruyu bana sorduran CNN International kanalının taraflı yayınları... Bir raddeye kadar Türkiye’yle ilgilenmelerini anlayabiliyorum elbette; ancak saatler boyu savaş manzaralı yayınlar, spikerlerin düşmanca tavırları anlaşılır gibi değil... Hele CNN’nin burada isminin yanında ‘Türk’ yazan bir kardeşi olduğunu ve sahiplerinin bir ulusal kanalı satın alma pazarlığı sürdürdüklerini düşünürseniz...
Tezin esas sahibi Yalçın Küçük de içeride zaten...