Hz. Ali'ye atfedilen hikmetli bir sözde deniliyor ki -özet olarak-: 'Sen hadiselere ve insanlara bakarak 'hakikat'i anlayamazsın... Önce 'Hakk' mefhumunun ölçüsünü belirle ve ondan sonra hadiseleri ve insanları o 'Hakk' ölçüsüne göre değerlendir.'
Sahi, günlük hayatta da Hakk, haklılık ve haksızlık kelimelerini devamlı ve belki de çok sıkça kullanırız... Ama 'Hakk' nedir ve 'ne zaman Hakk olan veya olmayan bir konumda olabiliriz'in ölçüsü nedir? Şahsî düşünce ve duygularımız, menfaatlerimiz ya da sosyal hayatta rastlanan iddia ve 'dedi-kodu'lar mı; yoksa, -kesin doğru olduğuna kalben ve fikren inanıp, bağlandığımız- inançlarımız mı?
Bunu kavrayabilmek için, önce, 'Hakikat' ve 'gerçek' arasındaki farkı fark etmek gerekiyor.
'Hakikat', 'Hakk olan'ı ifade etmektedir, karşıtı ise, 'bâtıl'dır. Ve hayatta bazı 'gerçek'ler vardır ki, bir realitedir, ama 'Hakikat' değildir, Hakk'a nispet edilebilirliği yoktur.
Zulüm bir gerçektir/ realitedir, ahlâksızlık da bir realitedir; ama bunlar 'Hakikat'i ifade etmez, Hakk'a nispet edilemez... Fransızcadaki 'verité' ile 'realité' arasındaki fark gibi...
*
Şimdilerde, Filistin'de ortaya çıkan son durumla ilgili olarak, hattâ İslâmî hassasiyetlerini bildiğimiz çevrelerden bile, 'Yahu kardeşim, bu mücadelenin zafer getirmeyeceği baştan belliydi, o halde bütün Müslüman halkları, İslâm Milleti'ni garkeden bu eylemlere neden kalkışıldı? Ekranlara bakamaz olduk.' gibi laflara rastlıyoruz...
İlk plânda, sathî mantıkla bakıldığında bazıları da, bu izahlara kanabiliyor ve 'Sahi, yavv...' diyebiliyorlar...
*
Arkadaşlar-kardeşler; Müslüman Filistin halkı sanki huzur içindeydi de mi, birileri macera düşkünlüğüyle, öyle bir saldırı gerçekleştirdi?
1917'lerden beri, 100 yıldır esir edilmeye çalışılan ve 1947-48'den beri de, 75 yıldır Siyonist Yahudilerin esareti altında inlettikleri bir Müslüman halkı koruyacak bir 'Müslüman gücü' yok diye; o Müslüman halkın 'isyan etmek hakkı' da mı yoktur?
Zâten, hemen her gün, çocuk, kadın, savunmasız sivil ayırt etmeden devamlı öldürülmekte olan insanları, sırf direnişlerinin acı sonuçları dolayısıyla suçlamak, revâ mıdır?
Askerî bir zafer kazanılsa, yine aynı şekilde itiraz edecek miydik?
Karşımızdaki emperyalist-şeytanî güçler ittifakını bir daha görmedik mi?
Hiçbir şey yapamıyorsak; haksızlığa, zulme karşı, 'Şerefimizle, hür olarak yaşamak hakkımız yok!' ise, 'şereflice, ölümü karşılamak da mı yoktur? Tok esirler olarak yaşamaktansa, 'hür ruhlar olarak ticaretimiz Allah'la yaparız...' diyen kardeşlerimizde kusur aramayalım...
Bir direniş veya savaş, başarılı olup olmamasına göre değil, 'Hakk ölçüler'e uyup uymadığı açısından değerlendirilmelidir.
Unutmayalım ki, Hz. Peygamber (S) de Uhud'da haksız olduğu için mi yenilmişti?
*
NOT: 17-19 Ekim günlerinde Fatih Belediyesi'nin Neslişah Kültür Merkezi'nde, dünya edebiyatının büyük isimlerinden Firdevsî'nin, İran diyarından gelmiş-geçmiş nice hükümdarların mücadeleleri, kahramanlıkları, zafer ve yenilgileri vs. üzerine bin yıl öncelerde yazdığı 'Şâhnâme' isimli meşhur eseri üzerine akademik bir sempozyum düzenlenmişti.
O sempozyumu anlatacak değilim. Ancak, yukarıda anlattığımız konuyla da ilgisi olan düşündürücü bir noktayı bu vesileyle aktarayım:
Firdevsî'nin, 'İran topraklarının hiçbir zaman yabancıların ayağı altında ezilmeyeceği'ne dair iddialı bir beyti vardır.
Timurleng (Topal Timur) Yıldırım Bâyezid'le 1402'de Ankara önlerinde karşılaşacağı savaş için Semerkand'dan yola çıkıp, İran'dan da geçerken, Firdevsî'nin mezarına da uğrar ve, 'Başını topraktan kaldır da, İran'ın ayaklarımız altında nasıl ezildiğini gör!' der.
Sonra da, Firdevsî'nin türbesindeki Şehnâme'den, tefe'ul usûlüyle bir sahife açar... Karşısına çıkan beyit, bir sille gibidir: 'Aslanlar bu çemenzârı terkeyledikte, buralarda 'topal tilki'lerin avlandığını görürsün!.'
Bazılarına göre yakıştırma bile olsa, düşündürücüdür.
*