Belki, bir dönemin siyah-beyaz TRT’sinin renkli siması merhum Mahmut Baler’in ekrandan pek “ballandırarak” anlattığı “eski bayramlara” denk gelmedim ama, kendi çocukluğumun bayramlarının tadını unutmam mümkün değil... Radyo günleriydi, TV’ler yaşamımıza sonradan girmişti... “Müsaitseniz annemler bu akşam size gelecek” mesajlarının sürdüğü, bir semaver çevresinde buluşulan misafirliklerde uzun sohbetlerin yapıldığı, çocukların genellikle sehpa altında yaşamlarının en güzel uykularını yaşadıkları dönemler... Lokantada hesap ödenirken parayı masa altında sayma hassasiyetleri... Balkonda mangal yapılacaksa komşular için mutlaka ayrılan “kokmuştur, canları çeker” köfteleri...
Yazlık sinemalarımız vardı, babaların birinci görevi, filmin ikinci yarısında uyumuş evladı eve kadar kucakta taşımak olan...
Cep telefonundan atılan SMS’lerle bayram kutlaması bilinmez, telefon etmekle yetinmek ayıp sayılır, ziyaretlerin bazen kolonya-çikolatalı, bazen de kurban kavurmalı anları yaşanırdı.
Ailemizin tek “çiftçi” akrabası merhum Hasan Amca, Bursa’dan kalkıp onca yolu üstelik beraberindeki şeftali kasalarıyla kat eder, gelirdi. Merhum babamın maviş gözleri, bayram sabahlarında güzel anama bir başka bakardı, kimbilir, belki bana öyle gelirdi, çocukluk işte...
Baler’in fıkralarla süslediği hoş sohbetlerini kaçırmazdım, bir de, dönemin “şeyh-ülmuharririn”i Burhan Felek’in bayram yazılarını...
Rahmetli ninem Fatma Hanım,“Ardan sever” diye mutlaka salçalı köfte yapmış olurdu bayramın birinci gününde, zaten, yengemin annesi, dayımın kayınvalidesi merhum Güzide Teyze’yi, bir türlü alamazdık mutfaktan... Onları kaybettik, bir dönem, eşimin ninesi Hato Hanım’ın unutulmaz Balkan börekleri süsledi bayram günlerimizi...Rahmetli Sıdıka Hala, doktor babamı gördüğü anda ne kadar sağlık sorunu varsa sayar-dökerdi, merak etmeyin uzun yaşadı.
Böyleydi bizim “eski bayramlarımız...” İnsanların yabancılaşmadığı, aralarındaki görüş ayrılıklarına ara verdikleri, bir arada olmanın keyfini çıkardıkları, sert sözlerin “ayıp” sayıldığı yıllar... Bir de... Küsleri barıştırma görevi vardı ki, bu iş, genellikle, bayram namazında aynı camide buluşularak idrak edilirdi. Cami avlusunda uzatılan eli sıkmamak da kimsenin harcı değildi...
Müslümanlara ne oldu?..
Yıllar ilerledi... Önce 1970’lerde birbirimizin elini sıkmaz olduk... Sonra, güneydoğudan akan “ölüm haberleri” bütün bayramlarımızı zehir etti. (Çok şükür, bu yazı yazıldıktan sonra bir olay olmazsa bu bayramı biraz rahat geçiriyoruz.) Giderek aslında hayli zorlu bir “imtihan yeri” olan dünyayı birbirimize dar etmenin yollarını aradık.
Yalnız biz mi?.. Hayır!..
Bakın, bu Ramazan ayında, Irak’taki Sünni ve Şii’ler birbirlerinin camilerini bombaladılar!.. Mübarek ayda toplam bin kişi öldü o ülkede. Pakistan’da da... Suriye?.. Anlatmaya gerek var mı?.. Kanlı bir Müslüman boğazlaşması...Mısır?.. Korkunç!.. Bitmedi, Tunus, Libya, Cezayir?.. Felaket!.. Batı Şeria, Gazze?.. Kabul edilebilir gibi değil!.. Bağlantısında Lübnan? Burma’daki Müslüman köylerinden Çin’in Sincan’ına, Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, Afganistan’a kadar uzanan bir “trajedi coğrafyası...”
Yüreğimde, Dağlık Karabağ sürgünü Türk, Rojava’daki Kürt, Gazze’deki Filistinli, Saraybosna’da, Sancak’ta, Kosova’da diken üzerinde oturan Boşnak, Arnavut...
Sahi, bize ne oldu...
Bu nasıl bir bayram?...
Oyun üzerimizedir...
“Üçüncü Dünya Savaşı” dediğimiz “şey”, belli ki, bizim yaşadığımız alanlar üzerinde kurgulanmış, şimdi birbirimizi öldürüyor, vicdanımızı yerle bir ediyoruz. Düşman bellediğimize karşı acımasız varlıklara dönüştük, “imha” ve “taarruz” kelimeleriyle yaşıyoruz. Oysa, aramızdaki bütün küslükleri bir cami avlusunda buluşup geride bırakacağımız, bu kanlı oyunu bizim için yazmış “küresel güçlere” birlikte cevap vereceğimiz bir dönemden geçiyoruz.
Belki de, yaşadığımız topraklarda demokrasinin gelişmesini bundan istemiyorlar. Birbirimizle kavga etmeden, tartışarak ve doğruyu birlikte bulma sevdasıyla hareket etmemizden korkuyorlar.
Biliyorum, bu, bir “bayram yazısı” için fazla hüzünlü oldu... Ama çaresizim... “Rahman” ve “Rahim” olan Allah’a inanan insanların birbirlerine bu kadar acımasız, öfkeli, hoşgörüsüz olmasını aklım pek almıyor...
Tüm okurlarıma, eşitlik ve karşılıklı anlayış üzerine kurulmuş “gerçek” barışlarla gelen bayramlar diliyorum. “Kin” ve “nefret” duygularına yüreğinizde yer vermeyin, hayli kısa olan yaşam için ağır yüktürler.
Efkarlandım... Keşke, Baler ile Felek yaşasaydılar da iki fıkra ile üzerimize çökmüş bu gri bulutların arkasındaki gökkuşağını görmemizi sağlasalardı...