Bütün okuyucularımın, yâni hem Gülay’ın hem Mete’nin, bayramlarını candan kutlarım!
Biz eski İstanbullular genellikle Şeker Bayramı deriz. Şimdilerde daha ziyâde Ramazan Bayramı deniliyor. Zâten artık ortalıkda eski İstanbullu da pek kalmadığından mühim değil.
Eski İstanbulludan maksad meselâ en az üç nesildir İstanbullu diyelim. Ben 1852’den bu yana İstanbullu bir âilenin çocuğu olduğum için kendimi eski İstanbullu addediyorum. Hesabladım, beş nesil ediyor. Âile’nin kökeni Gümüşhâneli; Dorul Kazâsı’nın Midi Köyü’nden gelmeler. Çiftçioğulları...Bir kolları hâlâ oradaymış. Midi Köyü’nden Kadı Köyü’ne...
Hazır “eski”den açılmışken:
Eskiden eski İstanbullu olmak bayağı mes’ûliyetli bir işdi. İstanbulluların sosyal hayatda nasıl davranılacağını iyi bildikleri farzedilirdi. Onun için bu eşhâs bir tür “rol model” (Türkçeye kitakse!) görevi yüklenmiş muâmelesi görürdü.
Günümüzde ise bunlar tabii çokdan mâzîde kaldı. Biri nereli olduğumuzu sorsa “Ayıbdırsöylemesi İstanbulluyum.” demek daha uygun. Yâhut “Sözüm meclisden dışarıİstanbulluyum!” ... Kendiniz “îtirâf” etdiğiniz için hiç değilse size acır gibi yâhut küçümseyerek bakmalarını önleme ihtimâliniz var. Yâni kader kurbânı gibi bir şey oluyorsunuz. Diyorlar, herif zâten Feleğin sillesini yemiş, bir tekme de biz vurmayalım!
Diyeceğim, nüfûsu 45 yılda sekizyüzbinden ondört milyona çıkınca Şehir de matah bir yer olmakdan çıkdı.
Ama çıkdı da ne oldu? Farkeden kalmadıkdan sonra! Zâten sonuç olarak ikisi de birbirine bağlı; farkedecek adam kalmış olsa matah bir yer olmakdan çıkmayacak ki!
Neyse, işte “o” bayramınız kutlu olsun!
Teşekkür
Bir önceki yazımda, Hasan Cemâl’in “Milliyet”den atılması üzerine benim de seneler önce yine “Milliyet”den ve yine Hasanınkine tıpatıp benzeyen bir hikâye sonucu nasıl atıldığımı anlatmış ve o yine şanslı ki herkes hakkında yazılar döşeniyor. Ben kovulduğum zaman ilâç için tek meslekdaş tek satır yazmak zahmetine katlanmadı diye sitem etmişdim. Ayrıca Hasan Cemâl’in de bir keresinde beni “Cumhûriyet”den attığını eklemişdim.
Meğer yanılmışım!
“Yeniçağ”dan Değerli Arslan Bulut bir mesaj göndererek o “Milliyet” meselesinde kendisinin konuya iki kere değindiğini, hattâ “Yeniçağ”da bunu manşete bile taşıdığını belirtdi. O haber ve yazıları da göndermiş, eksik olmasın!
Ben atlamışım. Burada Arslan Bulut Meslekdaşıma bir kere daha alenî teşekkürlerimi sunuyorum!
Bu kadar lafını etdikden sonra o mâhut meselenin ne olduğunu da iki kelimeyle anlatıvereyim:
Bundan 12 yıl önce Türkiye’nin Türkmenistan’dan, bin metrekübü 40 dolara doğalgaz satın alması müzâkereleri sonuna yaklaşıyordu.
Mesut Yılmaz Başbakan olunca bu müzâkereler “çıkmaza” girdi ve Türkiye Rusya’dan alım yapmaya karar verdi.
Ancak bu gazın bin metrekübü 160 dolar olacakdı.
İşin garibi gaz aynı gazdı. Yâni bu sefer Rusya Türkmenistan’dan gazı bin metrekübü 40 dolara satın alıp bu sefer tâ Hazar Denizi’nin kuzeyinden “dolandırarak” (Türkçe enfes bir dil!!!) Kırım’a getirecek,
bir denizaltı hattıyla da Samsun’a ulaştıracakdı. Üstelik Kars üzerinden gelse Ankara’ya kadar ulaşabilecek olan bu gaz için Samsun-Ankara hattı da mevcud değildi ve takrîben 90 milyon dolara onun da inşâsı gerekecekdi.
Bütün bu “hârika” projeye ise “Mâvi Akım” adı münâsib görülmüşdü.
Ben bunları anlatdım ve daha münâsib adın “Mâvi Cerahat” olacağını ekledim.
Sonra Mesut Yılmaz “Milliyet”in üst katıyla telefonlaşmış. Benim bu muhâvereden, ancak kapının önüne konuldukdan sonra haberim oldu.
Daha nice nice bayramlara!