Türkiye ‘çözüm süreci’nden bir buçuk yılı geride bıraktı. Sürecin başındaki yazılarımda, Abdullah Öcalan’ın Nevruz Açıklaması’ndan önce uzun süre “PKK ne kadar sözümü dinler” yoklamaları yaptığını yazmıştım. O süreçte örgüt, sürekli “Bizi dikkate al, yok sayma” mesajı verdi. BDP’den de “Bizi dikkate al” mesajı beklendi ama onlar da “Kandil’i dikkate al” demeyi yeğlediler. Bunun “siyaseten kendini inkar” anlamına geldiği o günlerde sıkça yazıldı, dile getirildi.
Gelinen noktada durum örgüt ve BDP/HDP açısından değişmemiş görünüyor.
Zaten süreç içinde de, Gezi ve 17-25 Aralık olayları sırasında PKK “çözümden çark” girişimlerinde bulundu.
Hükümetin “tavize en yakın” olduğunu sandıkları her noktada gövde gösterisi girişimleri geldi.
Sadece hükümetin saldırı altında olduğu zamanlarda değil; çözüm sürecinde atılan olumlu adımların ardından da boy gösterdi Kandil...
Yeni karakollar, eskilerinin yerine veya daha güvenli noktalara ve saldırıya karşı daha korunaklı bir mimariyle yapılıyor. Bunun gerekçeleri, henüz iki yıl öncesine kadar gündemimizde olan terör saldırılarıydı. Bu inşaatlar da yeni başlamadı, 4-5 yıllık geçmişleri var.
Peki bu canhıraş tepki neden bir yıldır veriliyor?
Neden örneğin oturma eylemi olarak değil de saldırı ve işgal girişimi olarak sahneye konuluyor?
Neden sürekli yapılmıyor da belli olayların öncesi veya sonrasında “zaman ayarlı” olarak yapılıyor?
Neden, örneğin yıllarca Türkiye’nin gündemini belirleyen “Kürt sorunu”nun temel siyasi noktaları değil de “karakol yapımı” gibi bir “inşaat” gerekçe yapılıyor?
Hadi, örgüt kan üzerinde yazdığı destanlarla varlığını korumaya çalışıyor...
Ama bazıları için, bugüne kadar atılan adımlarla “inkar”ın, “asimilasyon”un bitirilmesinin; Kürtçe ve Kürt olma duygusunun tartışılır olmaktan çıkarılmasının; Doğu ve Güneydoğu’da yerel idarelerin düne kadar “terörist” sayılan Kürt siyasetçiler tarafından yönetiliyor olmasının; oralarda çocuklarını şehit veren “Batı”lı annelerin bile “Başkalarının çocukları da ölmeye devam etmesin” diyecek kadar çözüm sürecine sahip çıkmasının bir kıymeti yok!
“Kürt partisi” BDP, “Türk solu” önderliğinde HDP’ye dönüşüyor; “Kürt örgütü” olduğu iddiasındaki Kandil’e “akıl önderliği” de eski tüfek devrimci “Türk solcuları”na düşüyor!
Ancak son olay; -bayrak indirmeyi kastediyorum- provokasyonun en açık kanıtı.
En son yapılacak eylem bayrağa karşı yapılacak eylemdir.
En son eyleme sıra geldiyse, ne örgütün ne de yandaşlarının elinde “Kürt ve Türk halklarının” kabul edebileceği bir geçerli bahane kalmadığını söyleyebiliriz.
Çünkü en önemli dayanak noktaları saydıkları “Kürt halkı”nın desteğinin artık arkalarında olmadığını, dağa çıkardıkları “çocukların” annelerinin “Çocuklarımızı geri verin” çığlıklarıyla anladılar.
O yüzden en son saldıracakları yere geldi sıra.
Bayrak indirmek, Kürt halkının çıkarlarını savunmak değil, bayrağın kutsallığına inanan tüm insanları kışkırtma amaçlıdır.
“Ey millet, Kürtlere saldırın ki biz de meşruiyet kazanalım, tıpkı eski günlerdeki gibi” demektir.
Ama ne Türkiye eski Türkiye, ne bu günler eski günlere benziyor.
Sadece Yeni Türkiye’ye dair sözleri olmayanlar, Eski Türkiye’de “sözü dinlenen adam” oldukları günleri geri getirmeye çabalıyor.