Türkiye’yi bir vesileyle ziyaret eden Avrupalı düşünürlere “Şu Avrupa’nın geleceği ne olacak” diye soru sorana rastlanmıyor pek, ama bu düşünürlerin Türkiye’nin geleceği üstüne ne düşündüğünü merak eden edene.
Biri çıksaydı da Umberto Eco’ya şunları da sorsaydı keşke:
“Bay Eco, bir yandan kaldırılan sınırlar, ama yeniden belirlenen kültürel sınırlar, inşa edilen duvarlar.. Şu Avrupa’nın geleceği ne olacak dersiniz?”
“Bildiğiniz gibi, 21. yüzyıla Berlin duvarını kaldırarak, duvarları yıkarak başladık. Ama bugün büyük Avrupa kentlerinde duvarlardan geçilmiyor, Avrupa kendi çeşitliliğini neden sevmiyor Bay Eco?”
“Yoksa Avrupa kendi çeşitliliğiyle, kendi kültür mirasıyla kavga ederek tek kimliliğe gideceğini mi sanıyor, ne dersiniz?”
“Bay Eco, Avrupa ülkelerinde son zamanlarda, yabancıların Avrupa’yı hak etmediği, Avrupalılık kimliğine zarar verdiğini vaaz eden kitapların satış grafiği çok korkutucu.
Thilo Sarrazin’in Almanya’nın yabancılar yüzünden battığını iddia eden kitabı iki yıl önce 1.5 milyon satmış.. Avrupa’nın bu korkuları sona ermezse, bizi nasıl bir gelecek bekliyor dersiniz Bay Eco?”
***
Eco’ya bu mealde soru soran çıkmadı. Fakat biliyoruz ki, Eco bir Avrupalı düşünür ve Türkiye’nin geleceğine değil, ama Avrupa’nın geleceğine kafa yormuş, bu konuda binlerce sayfa yazı yazmış bir düşünür ve usta bir romancı..
Onun bu yanını merak eden olmadı, ama ona, geleceğimiz ve bugünümüz üstüne epey soru sorduk..
Galiba Türkiye’de Avrupa’nın geleceğinden emin, ama kendi ülkesinin geleceğinden şüphe ve endişe duyarak yaşayan insanlar çok fazla.
Bu insanlar, Avrupalı düşünürleri, kendi ülkelerinin geleceğinin yansımalarını fark edebilecekleri bir ayna gibi görüyorlar..
İtalya’dan çıkıp geldi bir ‘ayna’, karşısına geçtik hemen!
Ayna ayna, söyle bana, şu yeryüzünde, Türkiye’den daha mutsuz, geleceği Türkiye’den daha belirsiz bir ülke var mı!
Doğrusu, ben de gençlik yıllarımda, geleceği bu aynalardan görmeye çalışırdım.
Avrupasız bir Türkiye bana hayal olarak görünürdü. En çok meşgul olduğum Kürt meselesinde, Mustafa Barzani’nin sözlerine değil, Kürdistan’ı gezip görmüş batılı seyyahların sözlerine, yazıp çizdiklerine önem verirdim.
Oryantalizmin hedefindeki halkın aydınlarında görülebilecek bir zayıflık, bir ezilmişlik ve ruh hali..
Ben ve benim kuşağımdan gelen insanlara, Kürtler’in ve Türkler’in oturup anlaşarak-şimdi olduğu gibi- bu meseleyi çözülebileceğine inanmak zor gelirdi..
Derin bir kimlik bunalımı biraz da böyle yaşanıyor galiba.
***
Eco’nun, kendisine sorulan sorulardan Türkiye’nin nasıl bir kimlik bunalımı ve kendine güvensizlik içinde yaşadığını anlaması zor olmadı tabi. Sorulara bazen esprili cevaplar verdi, bazen de, kendisine sorulan soruların ancak derin bir kimlik bunalımı ve derin şüpheler içinde bulunan bir ülkenin insanına özgü olabileceğini fark etti. Verdiği cevaplardan bu duruma epey şaşırmış olduğu anlaşılıyor.
Kürt savaşının bitecek olmasını, Öcalan’ın hükümetle uzlaşarak bu savaşı bitirme kararlılığını başımıza gelebilecek en büyük felaket olarak algılayanların veya öyle algılamaları istenenlerin okuduğu ve izlediği medyada yer alan Umberto Eco söyleşileri o medyada yazan köşe yazarlarına bile -pes doğrusu!- dedirtecek cinstendi..
Avrupalı düşünürlerden beklenen aslında, Türkiye’nin nasıl da İslami bir militarizme teslim olduğunu doğrulamalarıdır.
Romanlarını beğeniyle okuduğum, Avrupa’nın geleceği konusunda kaleme aldığı yazılara bütünüyle katıldığım Eco’yu tenzih ederim, ama, bu doğrulamayı anında yapmaya hazır epey düşünürü, yazarı, çizeri var Avrupa’nın.
Enternasyonalist Ergenekon faaliyetleri Avrupa’da çoktan unutulmuş olan, kimsenin dönüp yüzlerine bakmadığı, bu türden düşünürlerin yeniden piyasaya çıkmalarını sağladı.
Hatırlayacaksınız bunlardan biri -O da Eco gibi İtalyan’dı galiba- anayasa referandumu sırasında televizyonlara çıkıyor ve TBMM’nin anayasa yapma, hatta referanduma sunma yetkisi olmadığını vaaz ediyordu.
Sanki bizim hukukçularımızın köküne kıran girmişti.
Sanki Ergun Özbudun, Serap Yazıcı gibi hocalarımız bu ülkede yaşamıyordu!