2009-2010 yılları.
Yaşım henüz 24.
İyice acemi, çaylak bir girişimci olduğum o yıllarda sağlam bir dolandırılma vakasıyla karşı karşıya kaldım. Rakamsal olarak neredeyse bir yıllık cirom kadar bir kaybım oldu. Neredeyse 3-4 yılım boşa gitmişti.
Mahkemeye verdim vermesine ama bir kuruşunu bile geri alamadım mahkeme yoluyla. Hem yıllarca sürdü dava, hem de kendi üstüne hiçbir varlığı yoktu.
Neyse, anlatacağım konu bu dolandırılma hikayesi değil. Bu hikaye zaten köşe yazısı olmaz, olsa olsa kitap olur.
Dört bir taraftan zararla karşı karşıyaydım.
Giden ürünlerime mi üzüleyim, o ürünleri aldığım tedarikçime kestiğim sıralı çekleri nasıl ödeyeceğimi mi düşüneyim, sanki parasını almışım da kâr etmişim gibi çıkan vergileri mi düşüneyim, şaşırmış, kalmıştım.
Ne yapacağımı düşünürken babam dürttü. “Git, muhataplarının karşısına dikil” diye…
Haklıydı, bu sürecin tek çaresi iletişimdi. Atladım gittim, ben Avrupa yakasında iken en büyük tedarikçim Hasanpaşa’daydı, yani Anadolu yakasında.
O yolu çok gitmiş, gelmiştim ama hiç bu kadar uzun gelmemişti. Mahcubiyet vardı yolun sonunda. Ayaklarım geri geri gidiyordu.
Neyse, çıktım karşısına en büyük tedarikçimin. “Abi” dedim, “Biz büyük batak verdik. Böyleyken böyle”.
“Tamam Ömer” dedi, “Sen dert etme, al bunlar bendeki çeklerin, hepsini sana geri veriyorum. Sen bunların yerine bana ödeyebileceğin vadelerde yeniden çek yaz.”
Aldım çeklerimi, yenilerini yazdım. İnanılmaz bir yük kalkmıştı üstümden. Geri dönüş yolundan fişek gibi geçtim, belki yol çok açıktı, belki de moralim yerine gelince öyle hissettim.
En büyük sorunum hallolmuştu. Tedarikçimle anlaşmıştım. Geriye çok çalışıp işleri yoluna sokmak kalmıştı.
Tek bir şeye dikkat etmeye kararlıydım. O kapıya bir daha gitmememeye. Yani bana güvenen kişiye “Abi ben yine geldim, ben bunu da ödeyemiyorum” dememeliydim.
Bir parantez açalım burada; Türk Ticaret Kanunu “Basiretli Tacir” kavramından bahseder. İlk duyumda ilginç gelir ama manası çok derindir.
Madde 20:2 der ki “Her tacir, tüm ticari faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek sağduyu sahibi ve ileriyi düşünmek ve işlemlerini ona göre organize etmek zorundadır. Bu cümleden olmak üzere memleketin siyasi atmosferini dahi düşünmek ithal ve ihraç yasağını takip etmek velhasıl piyasa durumunu ve ekonomik çalkantıları hesaba katmak zorundadır. Yapacağı sözleşmelerin yerine getirilip getirilmeyeceğini hesaba katıp “basiretli bir iş adamı” gibi davranıp borcun yerine getirilmesini engelleyebilecek hareketleri önceden nazara alması gerekecektir.”
Bir daha gittiğim o kapıda artık “Basiretli Tacir” sıfatımı kaybedecektim.
O yeniden yazdığım çekler benim ve şirketimin miladı oldu. O gün bana güvenen, sözüme itimat eden adam bana iyi bir geleceğin de anahtarını vermiş oldu. Vermeyebilirdi. Güvenmeyebilirdi. Başının çaresine bak da diyebilirdi.
* * *
Bugünlerde yeniden bir ekonomik sorunla karşı karşıyayız.
Elbette kimse batmak istemez, kimse şirketini batmak üzere kurmaz.
Ama yukarıdaki basiretli tacir tanımını okuyunca insanın o kavramı ticaret kanununa ekleyen ve o şekilde tanımlayan her kim ise helal olsun diyesi geliyor.
Krizden en ciddi etkilenen işletmelere baktığımızda ortak özellikleri şöyle çıkıyor ortaya;
- Hep en iyi koşullara göre plan yapmış, fırtına çıkabileceğini hiç hesap etmemiş.
- Ana işinden kazandığı parayı rahat duramayıp bilmediği sektörlere yatırmış. (Ki bu bilinmeden girilen sektörlerin başında da inşaat gelir)
- Federasyonlarda, kulüplerde, derneklerde boy göstermeyi sevmiş, işinin başında durmamış.
Şimdi ise, kendilerine güvenmiş olan kişi ve kuruluşlara resmi olarak konkordato yoluyla ya da gayriresmi olarak şöyle söylüyorlar; “Kusura bakma, ödeyemiyorum”.
Basiretli tacir gibi davranmak, esas ve en fazla ticaretiniz bozulunca gereklidir.
Zorluğa düşen iş insanına, hatta batan iş insanına birkaç öneri hazırladım.
1- Ne olursa olsun iletişimden kaçmayın, asla bağlantıyı koparmayın. Ne diyeceklerse desinler, bırakın rahatlasınlar. Onlar söyleyecek, siz dinleyeceksiniz, yapacak bir şey yok.
2- Önce bir “Master plan” yapın. Bu krizi nasıl aşacağınıza dair bir planınız olsun. Yani alacaklıları “2-3 hafta ötelemek”, halk diliyle “Sallamak” daha iyi bir sonuç vermez, sorunu daha da büyütür.
3- Yükü kendi üstünüze çekin, kimseyi yükün altında bırakma hakkınız yok, çalışanınız, tedarikçiniz ve size güvenen, borç veren arkadaşlarınız ya da sektördaşlarınız, ne yapıp yapıp onları ödeyin. En azından bir ödeme planı başlatın.
4- Asla yalan söylemeyin. Sebeplerde saptırma yapmayın. Gerçek sebepleri söyleyin, çünkü karşı taraf en ufak bir yalanınızı yakalarsa bütün anlattıklarınız yalan gibi gelecektir.
5- Her şey gibi bu krizin de geçici olduğunu unutmayın. Bu kriz de öncekiler gibi geçecek, kimilerine gelip geçecek, kimilerini de delip geçecek, ama bir şekilde bu fırtına dinecek. Dindikten sonra tekrar yüzüne bakacağınız insanları şimdi üç kuruşluk meselelerle üzmeyin. Hele de yaşınız gençse sakın unutmayın, daha uzunca bir süre buralarda, karşılarında olmanız gerekebilir.
Kısacası her şeyi olduğu gibi zorluk çekmenin ve batmanın da bir adabı vardır. O adaba halel getirmeden, kimseyi müşkül durumda bırakmadan adımlarınızı atın.
İnsan her şeyi kendine yakışır şekilde yapmalı.
Batmayı bile...