Türkiye'den düşünmeye ve konuşmaya devam ediyoruz. Kendimizi düşünüyoruz. Entelektüel hikâyemizi. Bilim ve düşüncenin müktesebatıyla entelektüel tiplerimizi analiz ediyoruz. Fikir dünyamızı basan sisleri dağıtmak ve yolumuzda yürümek için gerekli bu.
Türk entelektüelin üç tarzından birisi, Firari entelektüeldir. Düşünce evinden kaçmıştır. İstanbul'dan Londra'da, Paris'te, New York'ta soluğu alır. Bedeniyle değil, ruhuyla böyledir. Bundan dolayı sürgün psikolojine kapılmıştır. Yalnızlığa sürgündür. Bunu aşmak için Tanrı edasıyla "aydınlatma despotizmine" yönelir. Fildişi kulesinden emirler yağdırır Türkiye'ye. Ne sokakta, ne mahallede, ne de camide görünür. Fakat Olympos dağlarında yaşayan Tanrılar edasıyla yukarıdan akıl verir. Demokrat olun, insan haklarına uyun, Kürt haklarını tanıyın, Ermeni soykırımını tanıyın!.. Liste uzayıp gider.
Edebiyattan sosyolojiye, tarihten müziğe değişik alanlarda dünya çapında yetenekleri vardır. Bunları Paris'te, Londra'da, Berlin'de ve New York'ta pazarlıyorlar. Şebekelere yerleşik ilişkilere sahipler. Ödüller verir bu ağlar, ödüller takdir ederler. Batı düzeninin ürettiği dünyada sadece Türkiye düzenine lafları var. Şikayeti sadece bunadır, sızlanması ve kurtarıcılık misyon talepleri de. Araştırmalarında kadınları çalışırlar, İslam ve İslamcılığı araştırırlar, Kürtleri incelerler... Hepsi de Türkiye ile ilgili. Bilimsel ve düşünce yetkinliğiyle bu araştırmaları yaparlar. Batı'nın gelişmiş bilim standartlarıyla bu araştırmalar gerçekleşir. Yayınları olur. Uluslararası akademik ve entelektüel ağa katılırlar.
ABD ve Avrupa'da Müslümanlar acı çeker. Ayırımcılıkla karşılaşırlar. İslamfobia hortlar. Kimi kez sokaklar tekinsiz hale gelir. Türkler, ırkçılıkla karşılaşırlar. Alman ve Fransız ırkçılığı farklı şekilleriyle tezahür eder. PKK, Kürtleri örgütleyerek ölüme gönderir. Para toplar, tehdit eder. Zürih sokaklarında Türkiye Cumhurbaşkanı katil diye afişte boy gösterir. Batı düzeni buna göz yumar, görmezden gelir.
Bütün bunlar konusunda Türkiye'nin Batı'daki entelektüelleri tek bir cümle kurmaz. Ne Türklere yönelik ırkçılığı eleştiren yazılar yazarlar ne de yükselen İslamfobiaya karşı çıkan bir bildiri yayınlarlar. Yaptıkları tek şey var. Batılı entelektüellerin öncülük ettiği bildirilere imzalarını atmak... Bununla onay kazanmak ve sosyal ağda meşruiyet edinmek. Batı entelektüel kuyruğuna girmek.
Batı düzeninin egemenliğine karşı sadakat içerisindedirler. Onlara kendi ülkesinin, soydaşlarının ve inançdaşlarının meselelerini şikâyet etmezler. Bu konuda muhalefette de bulunmazlar. Muhalif de olmazlar. Sessizlik içinde, araştırmalarını yaparlar ve statülerini koruyarak yaşamlarını sürdürürler.
Entelektüel muhalifliklerini sadece Türkiye'de icra ederler. Türkiye'de yaşamadan Türkiye'ye karşı yürütürler. Entelektüeli muhalif diye tanımlarken hiç birisinin aklından Batı egemen düzenlerine karşı bunu yapma eylemi geçmez. Fransız hükümetine, Alman devletine, ABD iktidarına karşı lal kesilir hepsi de.
Yere göğe sığdıramadıkları Edward Said öyle miydi? Said, her zaman Batı düzeninin siyasi ve düşünce dünyasının hegemonyasına meydan okudu. Oryantalizm kitabı, bir teorinin muhalefetidir. Batı'nın Doğu toplumlarındaki bilimsel hegemonya düzeninin çarkına sokulan bir sopadır! Said bununla da kalmadı. Bildiriler, konferanslar ve makaleleriyle Batı düzeninin ürettiği yanlışlara eleştirilerde de bulundu her zaman.
Bizim Türkiyeli ve Batı'da yaşayan veya Batı düşüncesine firari olan entelektüeller, sadece kapıkulu. Türkiye düzeninin kapı kulları değiller elbette. Batı düzenlerinin kapıkulları. Bundan dolayı entelektüel muhalefet duygularını sadece Türkiye'ye yöneltiyorlar. Türkiye'nin iktidarına, devletine ve hatta toplumuna. Türkiye'yi Batı kapı kulluğu rolünü ifa edecekleri bir alan olarak görüyorlar. Ayasofya Cami'ye çevrilince karşı çıkarlar, Atatürk milletiyle barışık normal bir insan haline dönünce millet karşıtı bir Atatürkçülük yaparlar.
Bilinci ve pratiğiyle Batı kapıkulu olan entelektüelin, bu topluma ne aydınlığı olur ne de rehberliği.