Mısır’da başlayan Sisi darbesi sonrasında herkes ABD, AB ve BM’den kınayan açıklamalar bekledi. Bırakın kınayan açıklamaları darbe olup olmadığına bile karar veremedi bu kuruluşlar. Güvenilir ve yansız yayıncılığın simgesi olarak bize hep anlatılan BBC bile günlerce “darbe” sözcüğünü ağzına almadı. Gezi olaylarını manşetlere çeken, saatlerce yayınlayan, dergilerine kapak bile yapan batı medyası bu kez pek bir sus pus olmuştu. Halbuki, Gezi’nin ne olduğu birkaç gün içinde anlaşılmıştı herkesçe. Son derece masum çevreci bir eylem gibi başlamıştı. Ne var ki amaç farklıydı. Çevreci, masum eylemin içine marjinal toplulukların ve kışkırtıcı ajanlarla kimilerinin maşaları karışacak, Başbakan’ın istifası istenecek, etmezse bir tür ayaklanma başlatılacak ve halk sokaklara dökülecekti. Tabi bunu ancak Türkiye’yi tanımayan birileri tasarlayabilirdi. Her şeyden önce bu ülkenin tarihinde, eğer işin içine silahlı kuvvetler karışmamışsa, hiçbir zaman darbe olmamıştır, kimse de görevinden ayrılmamıştır birileri bağırıp çağırıyor diye! Yeniçeri kazan kaldırmış, asker sadrazamla işbirliği yapıp padişahı öldürmüş, ordu İstanbul’a girip sultanı tahttan indirmiş ama halk toplu olarak sokağa dökülmemiştir.
***
Mısır’sa yıllarca İngiliz’in sömürgesi olarak yaşamış, başa gelenleri hep Londra atamıştır. Bugün Ortadoğu’da kendine kral ya da sultan diyenler, Osmanlı’nın bir zamanlar yönettiği toprakları petrol şirketlerine peşkeş çekenlerse batının karşısında topuk vuragelmişlerdir ta 1918’den bu yana. İşte bunlar demokrasiyi asla istemezler bu bölgede. Demokrasi eğer başarılı olursa kendi ülkelerine de “bulaşacaktır” çünkü. Halkları yokluk içinde yaşarken milyarları Monte Carlo’dan Las Vegas’a kadar saçan, New York, Los Angeles, Miami, Paris, Londra’da malikaneler satın alan diktatörler elbette bugün Sisi’nin yanında olacaklardır. İşte Suudlar, BAE, Kuveyt kolkoladır Sisi’yle.
Batı’ya gelince 11 Eylül sonrası oluşturulan, Ortadoğu’ya demokrasinin yayılması gerektiği yolundaki düşünceden vazgeçilmektedir büyük bir hızla. Batının değerlerine kuşkulu yaklaşan seçilmişlerle uzlaşmak yerine, onları çöpe atıp Batıya sorgusuz sualsiz boyun eğen diktatörler tercih edilmektedir. Obama demokrasiden yana koyduğu duruştan ikici dönemiyle birlikte vazgeçmeye başlamıştır istemese de. Topal Ördektir (Lame Duck) çünkü Obama artık, yani bir daha seçilemeyecektir; onun için bundan böyle Obama’nın dış politikada pek etkili olması mümkün görünmüyor. Başkan Eisenhower’ın yıllar önce adını Military Industrial Complex (Asker-Sanayi İşbirliği) olarak koyduğu CIA-Pentagon-Silah Sanayi üçlüsü yeni başkan seçilinceye kadar ABD’nin dış politikası üzerinde çok etkili olacaktır. Bunlar ve Mısır’ın Batıyla kol kola girmiş elitleri, İsrail’in milliyetçi kadrolarının ABD’deki uzantıları, Suudilerle BAE’den milyonlar alan Washington’daki lobi şirketleri ABD’nin Ortadoğu’daki dış politikasını yeniden yapılandırıyor. Onun için Sisi dilediğince katliam yapıyor, ABD askeri yardımı keseceğini söylediği saat Suudlar “beş katını veririz” diye çıkıyor ortaya. Hepten danışıklı dövüş!
Bize gelince, sanırım Ergenekon, Balyoz gibi davaların önemini çok daha iyi kavramamız gerekiyor artık. Eğer bu yapılanmalar açığa çıkmamış olsaydı bir Sisi’yi biz de görebilirdik. Hükümet ve Tayyip Bey bunun bilincinde ve askerle ilişkilerini, geçmiş iktidarlara oranla çok daha akılcı ve ciddi bir biçimde sürdürüyor. Ama Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi, ne yazık ki, hala anlamıyor nasıl bir tehlikenin köşesinden döndüğümüzü! Demokrasi düşmanlarının Türkiye’yi bir tehdit olarak gördüğü gerçeğini de çok iyi saptamış Tayyip Bey ama ya Kemal Bey ve arkadaşları? Anladıklarını sanmıyorum çünkü hala Ergenekon’un adresini sormazlardı “gidip üye olmak için” eğer gerçekleri kavrayabilmiş olsalardı.