Son günlerde İsrail'in Gazzeli masum sivilleri ve hastaneleri acımasızca saldırması, Batı'nın çifte standartlarını gözler önüne seriyor. 24 gün boyunca süren aralıksız saldırılar ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) etkisiz ateşkes çağrıları, Batı'nın bu meseledeki tepkisizliğini ve ikiyüzlülüğünü açıkça gösteriyor.
Batı, İsrail'in "kendini savunma hakkı" olduğunu vurgularken, sivil kayıplar ve insan hakları ihlalleri konusunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Watson'un "kışkırtılmamış" ifadesi, Batı'nın bu çatışmadaki tavrını özetler nitelikte. 1 Ocak ve 4 Ekim tarihleri arasında 248 Filistinlinin işgalci İsrail tarafından öldürülmesi Batı tarafından görmezden gelinebiliyor. Öyle ki, sadece ABD haberlerini izleseydiniz, Filistinlilerin her zaman harekete geçtiğini, İsrail'in ise sadece tepki verdiğini düşünebilirdiniz. Hatta İsrail topraklarını sömürgeleştirenlerin Filistinliler olduğunu bile düşünebilirsiniz. Ve muhtemelen Batı Şeria ve Gazze'deki 5 milyon Filistinlinin yaşamları üzerinde nihai kontrolü elinde tutan ve yine de İsrail seçimlerinde oy kullanma haklarını reddeden İsrail'in bir demokrasi olduğuna inanırsınız.
Siyasi bir varlık olarak kabul edilmek için en azından bir insan olarak kabul edilmeniz gerekir. Kim insan olarak sayılacak? Gazze Şeridi'nin tamamen kuşatılması emrini veren ve 'İnsansı hayvanlarla' savaşıyoruz ifadesini kullanan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant mı? Böyle bir dil ve Gazze'nin tüm sakinlerine karşı ilan edilmiş bir toplu cezalandırma politikası, İsrail'in ABD'deki ya da başka yerlerdeki destekçileri tarafından nasıl savunulabilir?
Bu çifte standardın yansımaları sadece politik arenada değil, kültürel, spor ve sosyal alanlarda da kendini gösteriyor. Fazıl Say'ın konserlerinin iptali, Adania Shibli'nin ödül töreninin yok sayılması ve Karim Benzema'nın Filistin'e verdiği destekten dolayı hedef alınması, Batı'nın özgürlük ve insan hakları konusundaki ikiyüzlülüğünü açıkça gösteriyor.
Gazze'ye yapılan soykırımlar karşısında duyarlı olmak isteyenlerin eylemleri Fransa ve Almanya, "kamu düzeni ve güvenliği" maskesi altında susturulmaya çalışılıyor. Almanya'nın başkenti Berlin'de yapılması planlanan Filistin'le dayanışma mitingine kamu güvenliği gerekçesiyle izin verilmiyor. Paris Emniyet Müdürlüğü, Filistin'e destek için Paris'te düzenlenmesi beklenen iki gösteriyi "kamu düzenini bozma riski taşıdığı" gerekçesiyle yasaklıyor. Hollanda ise, Filistin'e olan desteği engellemek için gösterilere müdahale edeceğini açıklıyor. İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman, Filistin bayrağı taşımanın yasak olabileceğini belirtmeyi ihlal olarak görmeyebiliyor.
Bu gelişmeler Batı'nın demokrasi ve ifade özgürlüğü iddialarının ne kadar samimi olduğunu sorgulatıyor. Tarih ironik bir şekilde başka şekilde tezahür ediyor. Weimar Cumhuriyeti (Almanya) Yahudi yurttaşlarını savunmak önemli olduğunda politikacıların çoğu o dönemde korkakça kaçıyordu. Günümüzde ise Müslüman ve Filistinlileri savunmak önemliyken, onlar yine geri adım atıyorlar. Çünkü fırsatçılar, ilerlemenin yolunun korkaklık olduğuna inanıyor.
Yaşanan insanlık dramına karşı duyarlı olanlar ise bedel ödeyebiliyor. Örneğin, İngiltere'de Gazze için ateşkes çağrısı yapan Milletvekili Paul Bristow'un görevden alınması gibi olaylar, Batı'nın barış ve insan hakları savunucularını susturma eğilimini gösteriyor. Batı Ukrayna'nın yabancı işgale karşı direnişini destekliyor, ancak Filistinlilerin işgale karşı direnişlerini kayıtsızca reddediyor. Boykot, elden çıkarma ve yaptırım kampanyası gibi şiddet içermeyen direniş yöntemleri bile kötüleniyor ve hatta suç sayılıyor. Batı'nın ahlaki açıdan iflas etmiş çifte standartlara umutsuzca bağlılığı suçun büyük bir kısmını taşımasına neden oluyor.