Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un sözleri, Batı'nın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik tavrında tüy dikti denebilir.
Le Point dergisine verdiği demeçte “Her 10 günde bir Erdoğan ile görüşmek zorunda olma”yı Cumhurbaşkanlığının çok da matah bir şey olmadığının gerekçesi olarak söylüyor.
Hep biliyoruz ki Macron bu konuda tek değil. Avrupa ülkelerindeki seçimlerde (mesela Almanya) Erdoğan karşıtlığının prim yaptığına inanılıyor. Avrupalı liderler, dış politikada getireceği riskleri falan dikkate almaksızın ve asgari nezaket ölçülerini de ıskalayarak Erdoğan karşıtlığını sürdürüyorlar.
Batı medyası da bundan geri kalmıyor. Gün sekmiyor ki, bir Batı basınında Erdoğan'ın yönetim üslubu yerden yere vurulmasın. “Otoriterlik” neredeyse nazik kalıyor suçlamalara bakıldığında...
İster istemez “Batı ile ilişkiler nereye gidiyor?” sorusunu sormadan edemiyorsunuz.
Batı stratejik mahfillerinde de Ortadoğu gibi dünyanın en stratejik coğrafyalarından birisinin merkezinde bulunan bir ülkeden söz ederken “Türkiye ile ilişkiler nereye gidiyor, gidecek?” sorusunun sorulduğunu tahmin etmek zor değil.
Geçenlerdeki bir yazımda “karşılıklı gerilimin kategorik mi konjonktürel mi olduğu”nu irdelemeye çalıştım.
Erdoğan'lı bir Türkiye'ye karşı negatif tavır Batı'da kategorikse “Erdoğansız bir Türkiye”yi hedefleyeceklerdir.
Şu anda Türkiye'nin Batı'ya karşı tavrı kategorikse, hem “Batı'ya karşı var olma” mücadelesi içine girilecek, hem de “Batı'yı yenme” şartları aranacaktır.
Şu andaki görünüm, daha çok bu intibaı veriyor. Batı'nın dili, “düşmanca”, bizim dilimiz de “Malazgirt'te, Çanakkale'de kimlerle mücadele ediyorsak şimdi de onlarla mücadele ediyoruz” boyutunda.
Nasıl seyredecek bu mücadele?
2019 kritik bir tarih.
Muhtemel ki Batı da -ne kadar bütüncül bir strateji izlendiği - izlenebilirliği tartışılabilir olsa da- 2019'a giderken Erdoğan'ın zayıflatılması gibi bir strateji izleyecek. O stratejinin içi nasıl dolacak diye bakıldığında da, muhtemel ki, “Erdoğan'ın yönetim üslubu Türkiye'ye pahalıya mal olacak. Erdoğan'ın yönetim üslubunun bedelini Türk halkı ödeyecek. Dünyadan dışlanacaksınız. AB kapısı kapanacak” gibi yoğun “Erdoğan kötülemesi” içeren bir tavrı göreceğiz.
Bu tavrın, sözlerin, yazıların satır aralarında yer aldığı gibi Türkiye toplumuna yansıyan bir olumsuzluğu olur mu? Belli ki olabildiği ölçüde etkili olacak bu strateji. Ekonomide, dış politikada, devlet – toplum ilişkilerinde vs.
Burada kritik soru şu: Batı'nın patron ülkelerinin hesabı tutmaz, Türkiye toplumu Erdoğan'la yoluna devam etmeye karar verirse, Batı Türkiye ile ilişkileri sonlandırır mı, yoksa reel – politikaya boyun eğip, Erdoğan'la ilişki kurmaya mecbur kalır mı?
Aslında bu soru, şu an Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki siyasi hareketin mücadele stratejisi ile bağlantılı. Nasıl?
Bir anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gördüm, diyor, bunlar Batı'nın öteden beri bizim biz olmamızı önlemeye yönelik stratejisinin uzantısı. Buna karşı direneceğiz. Bizim Çanakkalemiz var, Malazgirtimiz var, Milli Mücadelemiz var, bize kimse boyun eğdiremez. Bizim boyun eğmemiz milletimize bedel ödetecektir. Biz milletimizin direnişini sembolize ediyoruz ”
İslam – Batı, Türk – Batı gerilimi.
Bu gerilimin altyapısı bizde de var, Batı'da da var.
“Medeniyetler İttifakı”türü girişimler ya da “Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi stratejik bir hedeftir” yaklaşımları, Avrupa'da 5 milyon insanımızın bulunması, Avrupa ile ekonomik ilişkilerimizin büyük mikyasta olması, bir dönem “Batı uygarlığına dahil olma”nın devlet politikası haline gelmesi vs.... O derinden akan “Hesaplaşma” yönelişini eritmedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, böyle bir hesaplaşma iradesini diri tutup, onu 2019'a taşırsa, Batı'nın önüne Türkiye adına yeniden “Erdoğan gerçeği”ni koyacaktır.
2019'a doğru içerde – dışarda çetin bir mücadeleye tanık olunacağı her şeyden anlaşılıyor.
Allah yardımcımız olsun.