İsveç Başbakanı Ulf Kristersson geçtiğimiz Perşembe günü...
Bizim, "Batı'nın Soykırım Hakkı" başlıklı önceki yazımızı teyit edercesine...
"İsveç ve Avrupa Birliği, İsrail'in soykırım yapma hakkı olduğu konusunda birleşiyor." ifadelerini kullandı.
"İsrail'in soykırım yapma hakkı" ifadesine kimileri dil sürçmesi diyor...
İsveç hükümeti ise Başbakan'ın kullandığı "itirafı" "tercüme hatası" diye geçiştirmek istiyor.
Evet... Kristersson'un sözleri, söz gelimi Batı'nın bilinçaltının yansıması diyerek geçiştirilebilecek bir konu değil asla...
Hatta biz itiraf dedik ama itirafın ötesinde, Batı hukukunun normali diyebiliriz buna.
Batı'nın oluşturduğu hukukun, "Batı dışına" nasıl baktığının ifadesi.
Aşırı yorum diye düşünmeyin...
Biz bu köşede; sömürme hakkı, soykırım hakkı, yayılma hakkı gibi hususların, Batı hukukuna içkin olduğunu yazıp duruyoruz.
Dogma hakkından bahsediyoruz...
Dogmanın medeniyet adına işlenen cinayetleri nasıl meşrulaştırdığını anlatıyoruz.
Bu hususta bizim korkunç bir kompleksimiz var...
Daha doğrusu, batılılaşma, ilerleme, aydınlanma vesaire adı altında edindiğimiz ve komprador sistemin dayattığı bir ezber...
Önüne arkasına bakmadan "evrensel değerler" ifadesini çok kolay kullanıyoruz.
Komprador sistemin dayatması olan bu ifade, sömürge sistematiğinin de üzerini örtüyor.
Bu kolaycılık da...
Bizim esasa ulaşmamızı engelliyor.
Def-i mazarrat celb-i menafiden evladır.
Yani...
Zararlı olanı gidermek fayda elde etmekten daha önceliktir...
Onun için, deşifreye devam edelim.
Geçenlerde AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in El Cezire televizyonuna verdiği röportajda söylediklerine bakın...
Sunucu Ayfarah soruyor: "İsrail'in Gazze'de yaptığı şey savaş suçu mu?"
Borrell cevap veriyor: "Ben avukat değilim ve bu, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yetkisi dahilindedir."
Ayfarah bunun üzerine, "Peki, Hamas'ın 7 Ekim'de yaptığı şey bir savaş suçu muydu?" diye sorunca... Borrell "Kesinlikle evet." cevabını veriyor.
Bu tam bir ikiyüzlülük değil mi?
Peki, bu tutum, sadece Borrell'in kişisel fikirlerinin yansıması mı?
Elbette değil.
Batılı birçok siyasetçinin, yazarın, düşünürün bu tarz ikircikli açıklamalarına hep şahit olduk.
Bundan sonra da benzer sahnelere sık sık şahit olacağız, emin olun.
Çünkü...
Söz konusu zevat hukuk da dahil her ne konuda olursa olsun mensup oldukları "dogma" tarafından belirlenen "mevzuatın" gereğini yerine getirdiklerini biliyorlar.
Oluşturdukları kurumların, bu dogmanın temsilini üstlendiğinin de bilincindeler.
Dogmaya teslim olmadan bir yere gelemezsiniz, ayrıca.
Bakmayın siz, dogmanın söylemde kendini gizlediğine.
Birey, adalet, insan hakları, demokrasi vesaire...
En basit krizde bile bütün bu kavramlar terkedilir, istisna devreye sokuluverir.
Son zamanlarda yaşadıklarımıza bakmanız yeterli.
Biz ise ne derinlemesine bir sorgulama yapıyoruz...
Ne de fikri takip yaparak sürecin ileriki safhalarına ilişkin akıl yürütüyoruz.
Batı da bizim bu tembelliğimizden faydalanıyor zaten.
Yani onlar, hukuklarının gereğini yerine getirirken...
Biz anlık duygulanımlarla slogan atmaya devam ediyoruz ancak.
Onun için evrensel değerler aldatmacası kolayımıza geliyor.
Onun için adaleti merkeze almasa da, oligarşinin çıkarını perdeleyen hukuk devleti, demokrasi kavramlarına perestiş ediyoruz.
Açık söyleyelim...
Batı'da adaleti sağlayacak hukuk tesis edilemez.
O diyarda...
Her kavram gibi hukuk da iktidarın stratejik aparatından ibarettir.
Hukukun öznesi 'bireyin tesisinin' dahi biraz kazıdığınızda dogma mevzuatı tarafından engellendiğini...
Bilakis bireyin, yığın içine hapsedildiğini görürsünüz.
Öteki ile yani Batı dışı toplumlarla tesis edilen ilişkilerde de, bunun bir adım ötesine geçip sömürme hakkının gereklerini yerine getirirler.
Yani, soykırımı bir hak olarak görürler.