İçeriden dışarıdan ortaklaştıkları bir dertleri var: Erdoğan'ın gitmesi için, ne yapmak gerekiyorsa yapmak gerek...
ABD'nin eski güvenlik danışmanlarından, John Robert Bolton, Wall Street Journal'da çıkan yazısında açıkça bu sorunun cevabını arıyordu... Cumhurbaşkanı Erdoğan şayet yeniden seçilecek olursa, icabında Türkiye'nin NATO'dan atılması gerektiğini bile söyleyecek kadar... Ona göre; NATO, Türkiye'deki seçimlere müdahale etmeliydi. Adeta bir sömürge valisi pervasızlığıyla içindeki hıncını hiç de ört bas etmeden kaleme almıştı bu yazısını...
The Economist dergisi ise kapağındaki ay-yıldıza Tayyip Erdoğan silueti giydirerek, Türkiye hakkındaki çaresizliğini, "Türkiye felakete gidiyor' başlığı ile duyuruyordu. İngiliz mahreçli medya organının iddia ettiğine göre; Erdoğan iktidarda kaldıkça daha otokratik hale gelmişti. 11 yıl başbakanlık yaptıktan sonra, üstüne bir de cumhurbaşkanı seçilerek görev ve yetkilerini güçlendirmişti. Yorumun dikkat çeken bir paragrafında ise, 2016'daki darbe girişiminin ardından on binlerce kişinin işten atıldığı ya da hapse mahkum olduğu kaydı düşülmüştü... Bu düşülen kayıt, The Economist'e verilen bilgi ve dosyaların, hangi malum çevrelerce hazırlanmış olacağı hakkında yeterli fikri veriyor sanırım...
Hem Bolton'un yazısı, hem The Economis'in yorumunda, FETÖ çevrelerinin etkisi elbette aşikar. Lakin hem okyanus ötesinin hem Birleşik Krallığın, FETÖ olmasa da dünyaya, özellikle doğuya, Asya'ya, İslam'a, Türkiye'ye bakışlarında taktıkları oryantalizm gözlükleri, onlardaki bu yatıştırılamaz vesayet özlemini zaten tetikliyor... Kurulmuş oyuncaklar gibi, rap rap, Türkiye'yi istedikleri gibi evirip çevirdikleri bir piyon ülke zannediyorlar...
Oysa Türkiye, ciddi anlamda verdiği; darbelerle, vesayet odaklarıyla edilen mücadeleler ve alın terletilerek geçilen demokratikleşme sınavlarıyla, yılların birikimiyle bakıyor geleceğe... Ne NATO ile ne de AB ile tehdit-şantaj işi, Türkiye'yi durdurmaz...
Bu iki büyük medya gücünün Türkiye karşıtı tavrı, 14 Mayıs 2023'te yapılacak seçimin, Türkiye'deki siyasi partiler arasında değil de, Türkiye ile küresel güçler arasında geçeceğini söyleyen yorumcuları doğrulatıyor, demek ki komplo teorisi kurmuyorlarmış.
Yaptıklarının çok kaba-saba, çala-kalem sağa sola hiddetle savurarak yapılmış işler olması ayrı, zamanı ve dünyayı algılayamıyor olmaları da başka bir konu.
Bu arada akademileri de boş durmuyor: Erdoğan gibi, Batı dışı toplumlarda makbul bulunmayan liderler için mahsusen üretmeye çalıştıkları yeni bir terim - aslında yeni bir yafta demek daha doğru – var; siyasette ve yönetsel bağlamda 'rekabetçi otoriterlik''. Bu tanıma göre; seçimler olsa, sandık milletin önüne konulsa, millet serbestçe oy verip seçimin yapsa bile yetmezzz diyorlar. Bir toplumda seçme-seçilme hakkı tam olarak işliyor olsa, birden fazla siyasi parti birbirleriyle yarışıyor olsa bile, o ülkede istemediğimiz, onaylamadığımız bir lider ve partisi yönetime seçilirse, biz de ona "rekabetçi otoriter'' deriz zihniyeti bu...
Bir yandan akademilerde yeni siyaset teorisi bağlamında sofistike edilme uğraşısı var, bir yandan WSJ veya Economist gibi medyalarda saldırganlık düzeyinde meydan okumalara dönüşüyor bu refleks... Ama her halükarda Batının, Batı olmayanlara had bildirme operasyonu... Hedeflerinde Güney Amerika ülkeleri var, Doğu Avrupa ve elbette Rusya var, Türkiye ve çılgın Türkler ise olmazsa olmazları...
Tabii burada ip incecik bir dönüşümden söz etmek istiyorum. 20. yy boyunca, sanayileşme ve sonrası adına toplumsal atakların öncüsü olan Batı, 21. yy'da kendi araçlarını kullanarak beklemediği yeni ivmeler kazanan Batı dışı toplumları ancak izlemekle meşgul... (Kore, Çin, Rusya, Japonya'nın şaşırtıcı atakları)
Akademilerde kurulmaya çalışılan yeni teoriler, merkez siyasi söylemler ve medyadaki kalın ve didaktik sesler, tamamen reaksiyon bazına düşmüş durumda; izliyorlar ve reflekslerini ortaya koyuyorlar ancak. Oysa sadece 30 yıl kadar önce, izleyen Batı dışı toplumlardı, yani bizdik, onları seyrederek ilham alıyorduk (veya içeriden-dışarıdan zorlanarak dönüştürülüyorduk), onlar öncüydü bizlerse takipçi... Son 30 yıldır bu şema değişir gibi oldu; Latin Amerika, Rusya, Polonya, Macaristan, Türkiye, Türki Cumhuriyetlerin ortaya koydukları siyasi-ekonomik tavrılar izlenir oldu. (Çin ve Japonya ile zaten baş edemiyorlar)
Bu sefer izleyen Batı, refleks de reaksiyon da bu yüzden onlardan geliyor.
Tüm bu dolambaçlı, insanın hakikatine kör, pür içtensizlikle dolu sözler apaçık göstermektedir ki; 2023 seçimleri gerçekten de Türkiye için dönüm noktası olacak çapta önemlidir, zira Türkiye ile dünya muktedirleri arasında geçecektir...
Bizim tarafımız belli: Biz Türkiye'yi tutuyoruz...