Tarih çok hızlandı...
Değişim sancılarını gösteren onlarca olaya şahitlik ediyoruz.
Her değişimi tetikleyen krizde olduğu gibi...
Çok sıradan gibi görünen olaylar bile kimlik tartışmalarının nesnesi oluveriyor.
Artık uzun erimli düşüncelere kimsenin tahammülü yok.
Sloganlar, sosyal medya üzerinde birden yayılıveren görüntüler kitleleri baştan çıkarıyor, siyaseti dahi yönlendiriyor.
Pop sosyologlar buradan kesin sonuçlar çıkarıyor.
Marks "katı olan herşey buharlaşır" derken haklı...
Pop sosyologların katı yorumları gününü doldurmadan buharlaşıyor.
Düşünce hayatımız, çoğu zaman arasına düştüğü holiganların sloganını atmak zorunda kalan taraftardan hallice kişilerce boğuluyor.
Oysa, bazı şeyler hiç değişmiyor.
Alttan alta beslenen düşmanlıkların kökeni söz gelimi.
Ya da Batı ile ilişkilerimizin serencamını belirleyen Grek-Latin-Kilise diyarının kök düşüncesi.
En azından Batı için bu hiç değişmedi!
Melih Demiral hadisesine baksanıza...
"Bozkurt" işareti yaptı diye Demiral'a, güya, siyasi bir mesaj verdi zehabıyla muğlak bir maddeyi işleterek iki maç ceza veren UEFA'nın, Batı'nın mezkur kök düşünceyle örgülediği kurumlardan biri olmadığını kim söyleyebilir.
Sorun görüldüğünden de derin.
Bir kere, Batı'nın öteki anlayışının tezahürü olan "Türk korkusu" ve "Türk sorunu" arasında gidip gelen bir düşünce geleneğinin arkhesini, yani kökünü bilmezsek, tıpkı toplumları ifsat eden sol liberaller gibi, köksüz kelimelerle konuyu geçiştiririz.
BİRAZ TARİH O ZAMAN
Batı'nın Türkler'i nasıl konumlandırdığını Türkenfurcht ve Türkenfrage kavramlarının tarihine bakarak bile okuyabiliriz.
Osmanlı'nın zirve çağlarında yani 1500'lerde Türkenfurcht yani Türk korkusu hakimdi Avrupa'da.
Sonra "her ümmetin zevali vardır" hükmünce Osmanlı'nın düşüşü başladı.
Kanundur, bir yerde zeval başlamışsa, başka bir yerde yükseliş var demektir.
Avrupa, 1800'lere gelindiğinde çoktan gücün merkezi oluyordu ve kendi denge stratejileri çerçevesinde Türk bir soruna dönüşmeye başladı.
Kavramlar kavramlar kavramlar...
Türkenfurcht kavramıyla kendini iki üç asır bir korkunun içine hapseden Batı buradan kurtularak Türk'ü Türkenfrage'ye hapsetti ve sömürge stratejisinin nesnesine dönüştürdü.
DÜŞÜNÜRLERİ NE DEDİ?
Tarih dönüyor...
Yeni bir zeval çağı yaşanıyor.
Bu sefer düşen Avrupa!
En basit krizde, dedik ya, Batılıların beyinlerinin arkasındakiler ortalığa dökülüveriyor.
Peki biz yükseliyor muyuz?
'Batı Çıkmazı'ndan kurtulur ve kendini hatırlatan tarihe kulak verirsek belki.
Bunun ilk ayağı da sömürge stratejilerini destekleyen düşünürlerin en azından Avrupa'nın ontolojik ötekisi olan bizim hakkımızdaki düşüncelerini bilip perdeyi kaldırmak olmalı.
Söz gelimi Luther'e göre Türkler, "Tanrı'nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır!"
Irk fikrini felsefeye sokan Kart'a göre Türkler'de akıldışılık hakimdir, ... üstelik çok çirkindir bu Asyalı barbarlar.
Tarih Felsefesinin öncülerinden Herder'e göre ise Türkler "yüzyıllardır Avrupa'da bulunmalarına karşın, Asyalı barbarlar olarak kalmakta direnmişlerdir."
Hegel de tıpkı Kant gibi Türkler'i kaba saba diye niteler ve "bunlar buluntu bir akla sahiptir" der.
Bu konuda Marks'ı dinlemezsek olmaz.
O da anokranizmin pençesinde "Bütün Türkler Avrupa'dan uzaklaştırılsa bile ticaret ve uygarlık bundan zarar görmez." diyerek koroya katılır.
ZEVALDE PERDE KALKARKEN
İkbal devrindeki küstahlık, zeval devrinde mevzuatla perdelenen korkaklığa dönüşür.
Sözü özü, Batı bir sorundur bugün.
İliklerine kadar da korkuyu hissetmektedir.
Çok mu ileri gittim?
Merih Demiral'ın işareti ile başlayan süreci şöyle bir düşünün ve Berlin sokaklarına akan Batı Avrupa Türklüğünün videolarını bir kere daha seyredin o zaman.