G.Saray’ın Mersin ve R.Madrid karşısındaki o müthiş ikinci yarı performanslarını gördükten sonra, dünkü başlangıç pek yavan geldi. Daha önce bir çok kez yaptıkları “İşi oluruna ve maçın akışına bırakan futbol” stratejisi; takıma yeniden şırınga edilmişti. Böyle olunca; maçın temposu, rengi ve heyecanı rendelenmiş oluyordu.
Karabük de, rakibinin kaçak güreşine rıza gösteriyordu ama; arada çektiği el-enseler, “Tekrar canınızı yakabilirim” uyarıları veriyordu. İlk yarıda buldukları pozisyon, G.Saray’ın zoraki ürettiklerinden hem sayıca daha fazla, hem daha tehlikeliyidi.
Lualua; sarı-kırmızılı savunma içinden (Daha doğrusu ciğerinden) söktüğü top, kıvrak bilek hareketleriyle mutlak bir pozisyona dönüşmüştü. Şut atmak için uygun pozisyondaydı ama; sağındaki Ahmet İlhan’ı daha boş bulduğu için, “al da at” diye ona uzattı. Bu egoistlikten uzak yaratıcı zeka; Muslera ile karşı karşıya kalan Ahmet İlhan’ın, taraftarını çileden çıkaran beceriksizliğine kurban gitti. Oysa G.Saray, devre arasına 1-0 yenik girecekti.
***
Hangi siyahi Karabüklünün pozisyonuydu şimdi unuttum ama; top üzerine gelirken kollarını göğsüne çapraz yapıştırıp ve sırtını da dönmeye çalışarak pozisyondan kaçındığı için, asla penaltı olamazdı. Üstelik de Melo’nun şut mesafesi çok yakındı. Sarı-kırmızılı uyanıklar, “Hakkımız yendi” diye bundan boşuna medet ummasın! İlk yarının ne kokar ne bulaşır G.Saray’ı; maçın böyle ense yaparak hayırlı geçmeyeceğini kavramış bir halde ikinci yarıya başladı. Maça olan dikkatleri, sorumlulukları ve yardımlaşma refleksleri olgunlaştı.
Belki Mersin ve Real Madrid maçlarındaki gibi coşkulu değildiler ama, ciddiydiler. Sneijder de, klasının tüm ihtişamı ile attığı teknik golle de; maçtaki dominant takımın kim olduğunu belirledi.
***
G.Saray iyi oynamadı ama; strese girmeden ve alması gerekeni alarak bir maçı kazasız-belasız başından savdı. Türkiye gerçekleri için iyidir. Daha iyisi, Şam’da kayısı...