Bugün 28 Şubat. Darbenin üzerinden 25 sene geçmiş. 28 Şubat deyince biz kadınlar başörtüsünü anlıyoruz. Neden mi? Çünkü darbenin asıl hedefi toplumda "görüntü kirliliği" yaratan başörtülülerdi.
Anlatayım; kapıcı dairelerinde ve köyde hoş görülebilecek, en fazla bir kuşak öncesinin üst başında tahammül edilebilen, şehirleşme ve modernleşmeyle beraber kendiliğinden terk edileceği beklenen başörtüsünün görünürlük kazanması, yüksek eğitimle beraber başörtülülerin sınıf atlama istidadı kazanması sayısal bir artışa neden olmuştu. Ancak bu durum, modernleşmeyi Batılılaşma olarak anlamış Kemalist elitlerin Türkiye tahayyüllerine aykırıydı. Dolayısıyla 28 Şubat, iktidardaki siyasi partileri ve siyasetçileri hedef almaktan çok, dolaylı olarak tüm toplumu ve doğrudan bizatihi başörtüsünü hedef almaktaydı.
Belki başörtülülerin kökünü kurutmayı düşünmediler. Ama çoğalmalarına ve özellikle de yeni neslin başörtüsü takmasına mani olmak istiyorlardı. Bunun için de eğitim ve çalışma hayatında yasak çok kararlı bir şekilde uygulanmaya başlandı. "28 Şubat bin yıl sürecek" sözünün tefsiri tam da buydu. Yasakları bu şekilde devam ettirebilirsek birkaç nesil sonra ortada başörtüsü diye bir sorun kalmaz düşüncesi...
Örneğin darbenin 25. yılında yani bugün imam hatip okullarımız belki tümden kapanmış olacaktı. Z ve Y kuşaklarında başörtüsü takan kalmayacaktı. X kuşağından olup 28 Şubat'ı yaşayanlar da hayatta kalabilmek için kendilerini "başörtüsünden özgürleştirmek" isteyenlere muhtemelen boyun eğecekti.
Bugün başka bir noktadayız; 2013 itibariyle başörtüsü ile kamu görevlerinin tümü yapılabiliyor. İmam hatipli olmak orduya alınmama ya da başka bir ayrımcılık sebebi değil.
Fakat buna rağmen bir başka sorun var, gün yüzüne çıkamayan. Konuşmaya cesaret edemediğimiz, konuşabileceğimiz kelimeleri bilmediğimiz. Başörtüsünü konuşamama sorunumuz var.
Geçen hafta Hazar Derneği'nin bir paneline gittim. İkincisini yaptıkları Türkiye'nin Örtülü Gerçeği çalışmasının ön sunumu vardı. Bazı akademisyenlerin de İslami kadının görünürlüğü ve kimliğini ele alan sunumları...
28 Şubat'ı yaşamamış, 20'li yaşlarının başında, yani tamamı 28 Şubat'tan sonra doğmuş, yüzde 85'i üniversite ve yüksek lisans mezunu ya da öğrencisi 1400 kadınla yapılmış anket ve söyleşilerden elde edilen veriler çok çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyordu. Umarım en yakın zamanda çalışmanın tüm detayları kamuoyu ile paylaşılır.
En çarpıcı sonuç ise başörtüsü yasağı ile karşılaşmamış yeni neslin başörtüsü ile ilgili hissettikleri görünmez baskı ve ötekileştirme. Ve bunu ancak bazı sorulara cevap verirken fark etmiş olmaları.
Başörtülü olarak eğitim gördükleri sınıfta arkadaşlarının başörtüsü yasağını savunabiliyor oluşu. Yasağı yaşayıp buna karşı dirayet geliştirememiş olan yeni neslin başörtüsü deneyimi bizden daha az travmatik değil belki de.
Başörtüsünü konuşamıyor oluşlarının iki sebebi var; ilki "Daha ne istiyorsunuz"cular, ikincisi ise "Bunlar ne ki, biz neler yaşadık"çılar. Galiba ikincisi biz oluyoruz. Başörtüsü yasağının üzerlerinden silindir gibi geçtiği, Z kuşağı gençlerin anneleri yaşındaki kadınlar. Bazen öğretmenleri olarak, bazen anneleri, bazen komşu teyzeleri olarak onlara bu muameleyi çekiyor olmamız çok muhtemel.
Başörtüsünün önündeki tüm engeller kalmış iken sorulan "Yasağın yeniden gelebileceğini düşünüyor musunuz?" sorusuna evet diyenlerin oranı ise gerçekten dikkat çekici. Gençlerin yüzde 80'i evet diyor bu soruya. Başörtüsü hakkında konuşamama sebebimiz bu belki de. Hala eğreti hissedişimiz.
Araştırmanın analizini merakla bekliyorum.
Gençlerin konuşmak için attıkları bu cesaretli adımı yasağı yaşayan bizler de atmalıyız ve konuşmayı denemeliyiz. Şimdiye kadar hep ağır başlı olduk, olgun, sabırlı, yetinen taraf... Artık her şeyi konuşmak için bir araya gelmeliyiz ve kendimizi iyileştirmeliyiz.
Hala bizim de konuşamadığımız çok şey var çünkü.
Gençleri dinlerken şunu fark ettim mesela; hep yasağı konuşmuşuz, yasağın hayatımızı nasıl altüst ettiğini... Okullarından atılan, işlerinden kovulan genç kızların geleceklerinin nasıl çalındığını falan...
Oysa yasak daha yokken, yani okullarımıza gidebiliyorken yaşadıklarımızı da konuşmalıyız. Üzerimizde hissettiğimiz bakışlardan, hocalar tarafından yok sayılmamıza, uğradığımız sözlü tacizlere kadar bize "Siz aslında normal değilsiniz" diyen her şeyi yeniden konuşabilmeliyiz.