Geçen haftaya damgasını vuran temel gelişme muhtemelen dört AK Parti milletvekili hanımın TBMM’ye başörtülü ya da türbanlı gelmesi, CHP’nin de bu gelişme karşısında yeri göğü inletmemesi, laiklik elden gidiyor diye sistemi kilitlememesi oldu.
Türban ya da başörtü meselesi ülkemizde son senelere damgasını vurmuş en önemli konuların başında geldi.
Türban ya da başörtüsü meselesinin buralara kadar dayanmasının altında yine muhtemelen tarafların konuya yaklaşımındaki yanlışlar yattı.
Türban ya da başörtüsü özgürlüğünü haklı olarak savunan kesimler konuyu bir dini gereklilik noktasına taşıdılar.
Türban ya da başörtüsü karşıtları da meseleyi çok yanlış olarak laiklik meselesine kilitlediler.
Oysa, konu hukuk mantığı içine taşınmış olsa idi bunca saçma tartışmayı yaşamazdık.
Daha doğrusu, konuyu hukukla değil de, konunun hukuku ilgilendirmediğini söyleyerek çok kolay çözebilirdik.
Hukukçular genellikle hukukun yaşamın her alanını düzenlediğini, düzenleyebileceğini iddia ederler; oysa, bu iddia pek doğru bir iddia değildir.
Hukuk ancak ve ancak bir eylem, bir ifade üçüncü kişileri olumlu ya da olumsuz etkileme potansiyelini taşıyorlarsa, yani başka bir ifadeyle, iktisatçıların kullandığı bir ifadeyle, pozitif ya da negatif dışsallıklar içeriyorsa toplumda bu alana ilişkin bir düzenleme yapabilir.
Gece bir barda bir büyük şişe rakı içebilir, ellerinizi cebinize sokup evinize sakin sakin yürürseniz, sokakta nara atmazsanız, hukuk (devlet) sizin içki içmenizi bir biçimde düzenleyemez, sınırlama getiremez, çünkü bu eyleminizin üçüncü kişilere olumlu ya da olumsuz bir etkisi olmayacaktır.
Ancak, bir büyük rakıdan sonra arabanızın direksiyonuna oturur, araba kullanmaya başlarsanız trafik polisi hukukun (devletin) kendine verdiği haklı yetkiyi kullanır ve sizi durdurup direksiyondan indirebilir zira bu eyleminiz üçüncü kişilere bir kaza olarak yansıyabilir.
Aynı analizi türban için de yapmak mümkündür.
Bir öğrencinin, bir kamu görevlisinin ya da milletvekilinin türbanlı oluşunun üçüncü kişilere, topluma olumsuz yansıma ihtimali sıfırdır ve bu nedenden de yasaklanması anlamsızdır.
Hukuk bu alanda düzenleme de yapmamalıdır zira bir kadının türbanlı, başörtülü oluşu, üçüncü kişilere etkisi olmadığından, hukukun ilgi alanının, düzenleme yetkisinin dışında olmalıdır.
Türban konusunun çok yoğun konuşulduğu eski günlerde Başbakan Erdoğan’ın “bu meseleyi ulemaya sormak lazım” demesi belirli çevrelerin çok tepkisini çekti, bu ifadeyi laiklik karşıtı bir tavır olarak sundular.
Oysa, benim kanıma göre, Sayın Erdoğan’ın bu ifadesi yüzde yüz doğru bir ifadedir zira türban üçüncü kişileri ilgilendirmediği ölçüde hukuk alanının dışındadır, hukuk bu alanda bir düzenleme yapamaz, yasaklamak yanlıştır, kadınların türban takıp takmamaları kendi tercihleridir, bu tercihin oluşma aşamasında da, eğer gerekli görürlerse, din bilginlerine danışmaları kadar doğal bir şey yoktur.
Burada belki de tek anormal nokta söz konusu ulemanın bizim ülkemizde devlet memuru oluşudur.
Hukukun yaşamın her alanını düzenleyemeyeceğinin, bazı alanların hukukun yani devletin ilgi alanına girmediğinin kabulü özgür bir toplumun kalkış noktasıdır.
Ancak, sorun sadece türban meselesi ile de sınırlı değildir.
Merkezi bütçeden maaş alan Diyanet İşleri Başkanlığı memurlarının, Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanlarının “ladesin caiz olmadığını” ifade etmiş olmaları da devletin asla karışmaması gereken başka bir alandır ama bu alanda da devlet vardır ve bu mevcudiyet de özgür bir toplumda kabul edilemez.
Anlaşılan alınacak daha çok mesafemiz var.