Sıkça aklımdan geçen bir söz var. Farklı versiyonları olmakla birlikte benim bildiğim ‘Türk gibi başla, İngiliz gibi devam ettir ve Alman gibi bitir’ şeklinde.
Orta Asya’nın uçsuz bucaksız topraklarından Anadolu’ya, hatta Balkanlara ve ötesine kadar uzanan yolculuğumuz, tuhaf bir şekilde bu sözü hatırlatıyor sanki. Heyecanla, coşkuyla ve şaşırtıcı bir hızla başlayan pekçok işin, eylemin ya da projenin, bir sonraki aşamada aynı özelliklerden mahrum bir yaklaşımla ele alınması, zaman zaman faciayla sonuçlanıyor.
Türk gibi başlamak. Neresinden bakarsanız bakın, sizi bir anda herkesin önünde kılan bir farka işaret ediyor. Tutkuyla, sanki hiç elimizden bırakmayacak gibi sarıldığımız işlerin başlangıcı hemen hep böyle. Eğer o hızla ve heyecanla yola devam etseniz, kimse sizinle boy ölçüşemez.
Daha anlaşılır kılmak için gözümüzün önüne futbolu getirmek en doğrusu. Açıkçası çocukluğum, Abidin Aydoğdu’nun anlattığı milli maçlarda yediğimiz her golden sonra ‘Yazık oldu, nasıl da güzel başlamıştık, nasıl da umut vermişti milli takım’ sözleriyle şekillendi sanki. Hızla, hırsla ve birazda geride kalma duygusunun beslediği öfkeyle çıktığımız yollardan, nasıl umutları kırılmış halde döndüğümüzün tuhaf örnekleriydi o maçlar. Spikerlerin anlatımına da yansıyan bu coşkunun, biraz da radyodan dinlemenin getirdiği hayal gücüyle sizi ‘Bin atlı o gün akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik’ dizelerine taşımaması ne mümkündü. Ya sonrası? Derin bir hayal kırıklığı.
Söz futbola geldi, oradan devam edelim. Doğrusu şu günlerde kimin yerinde olmak istemezdin deseler, vereceğim cevap tereddütsüz Slaven Biliç olurdu. Beşiktaşlı değilim. Ama tıpkı J. Benjamin Toschack ve Mircea Lucescu dönemlerinde olduğu gibi, Biliç yönetimindeki Beşiktaş’ı daha yakından izledim. Hırvat milli takımının başında olduğu dönem, Fatih Terim yönetimindeki milli takımımızla karşı karşıya geldiği günler; onun müzisyen tarafı ve asi ruhuyla öne çıkan kişiliğini; bunlarla yoğurduğu estetiğini ve zarafetini görmeme engel olmadı hiç. Şimdi onu başarısız ilan edenler, sıkça yaptığımız gibi Türk gibi başlayıp doğru dürüst bitirmeyi beceremeyen yanlarımızı örtmenin telaşı içindeler.
Lig henüz bitmediği için konuşmak istemiyorum daha fazla. Ama bu yıl en azından notaları yazılmaya başlanmış bir beste heyecanı yaşatan Beşiktaş’ın yanında; Şenol Güneş’in müthiş inadı, sabrı ve elbette oyun teorisiyle bize armağan ettiği Bursaspor ve Abdullah Avcı’nın Türk gibi başlayıp İngiliz gibi devam eden sessiz devrimi Başakşehir dışında ne vardı futbol adına?
Futbol böyle de, sanki hayatın diğer alanlarında durum farklı mı? Ne yazık ki hayır. Yaklaşık oniki yıldan daha fazla bir zaman diliminde muazzam işler yapıldı Türkiye’de. Bir siyasi partiye destek olmanın ya da karşısında yer almanın ötesinde, hepimizi heyecanlandıran adımlar, hamleler ve projeler gördük. İlk defa bir büyük heyecanla başlayan işlerin, aynı duyarlılık ve kararlılıkla tamamlandığına tanık olduk. Recep Tayyip Erdoğan, önce başbakan, şimdi cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk günün heyecanını ve kararlı duruşunu sergiliyor şaşırtıcı bir enerjiyle.
Partiler, iktidarlar elbette gelir geçer. Ama dış politikadan ekonomiye, demokratik kazanımlardan elde ettiğimiz itibara kadar pek çok başlıkta yakaladığımız bu çıkışı devam ettirelim. Bunca çabaya, heyecana, tutkuya ve emeğe yazık olmasın.
Başladığımız gibi devam etmeyi öğrenelim artık.