Kaba ve dayatmacı bir iktidar reçetesiyle bir büyük medeniyeti toptan çözebileceklerine inanan Jakoben zihniyetin, 19. yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran modernizm rüzgarının gölgesinden faydalanmayı düşündükleri çok açıktı. Oysa 19. yüzyılda Osmanlı coğrafyası ne Avrupa’ydı ne de Avrupa’daki toplumsal ve siyasal gelişmeler Ortadoğu coğrafyası ile örtüşüyordu. Eğer Türkiye'de kültürü dönüştüren bir sivri siyasi dönem seçilirse, bunun 1923'den 1938’e kadar süren tarihi periyot olduğu çok aşikar görülecektir.
Siyasi alanda yapılanlar; Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922), Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)... Toplumsal alanda yapılanlar; Kılık – Kıyafet İnkılabı: Şapka Kanunu (25 Kasım 1925), Dini Kıyafetlerle dolaşılmasının yasaklanması (3 Aralık 1934). Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925). Hicri ve Rumi takvim yerine Miladi Takvim (1 Ocak 1926). Ağırlık ve uzunluk ölçüsü olarak uluslararası ölçüler olan gram ve metrenin kullanılmaya başlanması (1 Nisan 1931). Devletlerarası ilişkilerde düzeni sağlayabilmek için hafta tatilinin Cuma’dan Pazara alınması. (1935). Soyadı Kanunu’nun Kabulü (21 Haziran 1934)... Hukuksal alanda yapılanlar; Mecellenin kaldırılması (1924-1937), Türk Medeni Kanunu Kabulü (17 Şubat 1926)... Eğitim ve Kültür alanında yapılanlar; Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924). Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928). Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932). Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933).
Ekonomik alanlarda yapılanları kabaca İzmir İktisat kongresi ile 1. beş yıllık kalkınma planı olarak özetlemek, bu dönemin tabiatına uygun olur. Aslında iktisadi hayatın göstergeleri, yukarıda özet akış içinde anlattığım toplumsal, siyasal, hukuksal ve kültürel çabaların, toplumun gerçek realitesinden ne kadar uzak ve ne kadar keyfi ve iradi olarak tayin edildiğini gözler önüne seriyor. Bir önceki yazımda devletin bir ulus inşa ettiğini söylemiştim. Yukarıdaki tablo bu inşanın dayanaklarını anlatıyor. Dayanakları ve gerekçeleri yanlış olan bir idari sistemden, huzur ve refah içinde büyüyen bir toplum beklemek sadece hayalcilik olmaz, aynı zamanda bu durum bir büyük kandırmacaya da dönüşür.
Uluslar, tarih içinde oluşmuş istikrarlı topluluklardır. Eğer bir ulusun kendi tarihiyle kurduğu geleneksel bağları değiştirirseniz, o ulus bir tür hafıza kaybına uğrar ve o ulusu idare etmek daha kolay hale gelir. Çünkü bir dilin içinde olmak aslında bir kültürün içinde olmak demektir. Dilini değiştirmeye kalkıştığınızda kültürel kuraklık ve yozlaşma kaçınılmaz olur. Kılık kıyafet, harf ve dil devrimlerinin yol açtığı sonuç zaten bu oldu. Toplumun tarihsel hafızası silinmeye çalışıldı.
Bereket ki; bu alanda işleyen yasalar siyasetin yasaları değil, sosyolojinin yasalarıdır, dolayısıyla toplum bir süre sonra gerçek evrimine doğru hızla hareketlenip, kendi doğal mecrasında akmaya başlar. Bütün baskıcı rejimlerin alt edemedikleri bu büyük ve güçlü sosyolojik yasalardır. Baskıcı rejimlerin tarihten silinme nedeni de bu doğal sosyolojik evrimdir.
Bu kadar büyük çapta toplumsal ve siyasal dönüşümü yapmak, ancak hem toplumun buna hazır olması hem de siyasetten rızasının alınmasıyla mümkündür. Bu iki koşulun yokluğunda elinizde işlevsel olarak kalan araç, sadece baskı olur. Nitekim jakoben zihniyette, baskı ve inkar yolunu seçmek zorunda kaldı. Kurulduğu ilk günden başlayarak devletin temel niteliği ulusu baskılayarak ona istenilen şekli vermekten ibaret hale geldi.
Durum böyle olunca, toplumsal dönüşümün aracı, özgürlük ve ekonomik gelişme değil bizzat militarist yapı oldu. Ordu, bu devrim ve dönüşümlerin koruyucusu, kollayıcısı ilan edildi. Bunun sonucu da elbette askeri darbeler ve askeri vesayet olacaktı. Esasen en dehşet verici olan şey, Türk tipi parlamenter sistemin dünyada örneği görülmemiş ucube bir oluşumun altına imza atmasıdır. O da şudur; bir sivil toplum kuruluşu olarak, Allah rızasına dayalı çalışmalar yapması beklenen bir cemaatten, bir darbeci terörist örgütün devşirilmiş olmasıdır.
Parlamenter rejimin idari ve siyasi yapıları sürekli ordu gücüyle vesayete zorlandığı için asla gerçek anlamda bir demokratik parlamenter rejim olamadı. Olmasına da imkan yoktu. Bir zamanları özetleyen şu özdeyiş ne kadar da doğru “Türkiye'de seçimlerle hükümet olabilirsiniz ama asla iktidar olamazsınız; çünkü iktidarın gerçek sahibi ordudur”. Türkiye'de askeri vesayet parlamenter rejimin çalışmasına izin vermedi. En son da aynı zihniyet 15 Temmuz’da yeniden şansını denedi ve yenildi. 93 yıllık parlamenter deneyim; Türkiye'de var olan bütün toplumsal ve siyasal sorunların nedenidir. 93 yıldır birikip büyüyen bu sorunları parlamenter rejimin idari ve siyasi yapılarıyla çözmek artık imkansız. Bu idari ve siyasi yapıların mutlaka değişmesi gerekiyor.
Devam edeceğim.