Muhtemelen iki büyük dünya savaşı ve Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından yaşanan en büyük paylaşım kavgasıyla karşı karşıyayız. İster iç dengelerimiz açısından, isterse bölgesel boyutlarıyla bu kavganın doğrudan muhatabıyız. Temel soru ve sorun, buna ne kadar hazırlıklı olup olmadığımız.
Türkiye’nin etrafında temelde Birinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen sınırlar var. Bunların lehimizde çizildiğini veya en azından sorun çıkarmayan bir tasarım olduğunu herhalde kimse söyleyemez. Dolayısıyla sürekli mevcudu koruma telaşıyla hareket edenlerin yaklaşımıyla, çizilen bu sınırları adeta kutsal kabul etmenin bize faydası yok. Bu sınırları çizen akıl, daima sorun üretmeye müsait yapıları, devlet adı altında coğrafyamıza servis ettiği için, halihazırdaki her çatışma daha fazla bölünmeye ve kırılmaya neden oluyor.
Öte yandan sorun, bu sınırları yeniden Türkiye’nin aleyhine çizme ve belirleme noktasına geliyorsa, buna karşı da mevcut politikaların ötesine geçerek hazırlıklı olmak gerekiyor. Mevcut politikaların ötesine geçmek, mevcut sistemdeki arızaları gidermek, sistemi köklü ve kararlı biçimde yenilemekle mümkün. Zaten işin püf noktası da burası. Şu anda henüz yeterli düzeye ulaşmasa bile, başkanlık sisteminin gündemde olması böyle bir arayışın ifadesi.
Türkiye, muhtemelen hepimizin beklediğinden daha hızlı biçimde başkanlık sistemiyle ilgili tartışmayı yürütecek. Bunun en sağlıklı biçimde ve doğru kanallar üzerinden yürütülmesi gerekiyor. Başkanlık sistemini istiyoruz diyenlerin de, karşı çıkanların da bunu bilgi ve gelecek perspektifiyle yapması gerekiyor. Özellikle karşı çıkanların önemli bir bölümünün meseleyi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a muhalefet zemininde geliştirmesi, tartışmayı anlamsız hale getiriyor. Erdoğan, bu tartışmanın kendi kişisel arayışı olmadığını defalarca ifade etmesine rağmen, böyle bir direniş hala devam ediyor.
Bu konuda gerek toplumsal karşılığı, gerekse parlamentodaki sayısı ile önemli bir rol üstlenebilecek olan MHP’nin tutumu, geleneksel siyasi çizgisinden hayli farklı görünüyor. MHP, siyasi felsefesi gereği devleti merkeze alan ve özellikle de devlet aklının güçlü ve etkin biçimde işlemesini önceleyen bir parti. Çünkü MHP, uzun zamandır iktidar ortağı olmasa veya hiç tek başına iktidara gelmemiş olsa bile, az önce işaret ettiğim felsefesi gereği, devleti, devletin işleyişini, öncelikle de bürokrasiyi çok iyi tanıyan, reflekslerini bilen bir parti.
Merhum Alparslan Türkeş’ten sonra partinin bu reflekslerinin zayıfladığını, Devlet Bahçeli’nin bu anlamda gelenekten sapma olduğunu düşünenlere kesinlikle katılmıyorum. Aksine Bahçeli, bu geleneğin ve liderliğin mevcut şartlardaki en akılcı yorumu olarak yoluna devam ediyor. Peki o halde seçim sonuçları diye gelecek her soruya peşinen şu cevabı verelim. MHP, iktidara gelmek üzere kodlanmış bir parti değil, belli bir anlayışı, felsefeyi toplumsal karşılığı ile ayakta tutmayı önceleyen bir organizasyondur.
O nedenle başkanlık sistemiyle ilgili tartışmanın sağlıklı zeminde devam etmesi, herkesin toplumsal karşılığına ve siyasi felsefesine uygun davranmasıyla mümkün olabilir. MHP’nin siyasi omurgası ve her durumda ona oy veren tabanı, her zaman tercihini devletin güçlü olmasından yana kullanır. Bunun ötesindeki yaklaşımlar partinin dokusuyla uyuşmaz.
Muhtemeldir ki önümüzdeki dönemin kritik virajlarında MHP liderliği, Türkiye’nin gerçekten ihtiyacı olan sistem değişimine olumlu katkı sağlayacaktır. Su akar ve yolunu bulur.