Başkanlık sistemi tartışmalarında söz zaman zaman Fransız modeline geliyor.
Fransa’da sistem nasıl işliyor, Türkiye için örnek olabilecek bir yönetim biçimi mi var? Bu soruların yanıtını arayalım.
Fransa’da “beşinci cumhuriyet” olarak adlandırılan dönemden geçiliyor ve yarı-başkanlık olarak adlandırılan bir sistem uygulanıyor.
2000 yılında yapılan değişikliğe göre beş yıllığına seçilen başkan, 2008 yılındaki düzenlemeye göre en fazla iki dönem görev yapabiliyor.
1962 yılından bu yana cumhurbaşkanını meclis değil, halk seçiyor.
Ancak uygulamada, “her yiğit yoğurdu farklı yiyor.”
Aynı sistemle seçilen Nicolas Sarkozy ile François Hollande, farklı uygulamalarla dikkat çekiyor.
Örneğin, Sarkozy Çarşamba günleri bir yandan bakanlar kuruluna başkanlık ederken, seçildiği partinin ileri gelenleriyle düzenli haftalık kahvaltı randevularını ihmal etmezdi.
Mayıs ayında seçilen François Hollande ise Elysee Sarayı’ndaki bu randevuları iptal ettiğini açıklasa da, fiiliyatta hızlı başladığı koşusunda omuz gerisinden partinin ileri gelenlerinin hamlelerini kontrol etmekte de geri durmadı.
Başbakanlık görevi vermediği için “küsen” Sosyalist Parti Lideri Martine Aubry’nin gönlünü almaya çalıştığı yer Elysee Sarayı oldu.
“Merdiven altı” bir yöntemle partili duyarlılıklarına uygun adımlar attı özetle.
Cumhurbaşkanı iki turluk bir seçimin ardından seçiliyor.
Bir ay sonra meclis seçimleri yapılıyor. O seçimlere kadar seçilen cumhurbaşkanı, bir başbakan atıyor. “Yıldırım Akbulut” tarzı sürdürülen başbakanlık görevi, cumhurbaşkanı ile başbakanın ayrı partilerden olması durumunda farklı bir çehreye bürünüyor.
Fransız tarzı yarı-başkanlık sisteminin tıkandığı nokta, işte burası.
O zaman adına cohabitation denen durum ortaya çıkıyor. İki ayrı partiden olan cumhurbaşkanı ve başbakan, ağır aksak adımlarla devlet idare etmeye çalışıyor.
Sarkozy’nin üslubu omnipresident ya da hiperpresident olarak tanımlanmış ve eleştiri almıştı. Türkçesi “her taşın altından çıkan başkan modeli”...
Hollande’ın bu imajı silme yönündeki adımları ise fazla karikatürize bulunuyor. Özetle işin ortasını bulmak gerekiyor. İşte burada da kişisel üslup önemli rol oynuyor. Fransız sisteminde her yiğidin yoğurt yiyişi farklı oluyor.
Çünkü Fransa’daki yarı başkanlık sisteminin merdiven altı açıkları kapatılabilmiş değil.
Türkiye için ise, en can alıcı sorun olan Kürt Sorunu’nun çözümü de, bu coğrafyanın gerçeklerini göz önüne alan Türkiye’ye özgü bir başkanlık sisteminden geçecek gibi görünüyor.
Vizede ne oldu?
AB Dönem Başkanı Danimarka’nın dosyayı derleyip, Kıbrıs Rum Yönetimi’ne teslim etmesine birkaç hafta kaldı.
AB’nin Perşembe günü Lüksemburg’da toplanan son içişleri ve adalet bakanları toplantısı önemliydi. Fransa seçimlerinden önceki son toplantıda dosyalar açılmadan, kahve faslına geçilmiş ve “seçim sonuçlarına bakalım hele” denmişti. Brüksel’deki arkadaşlarımız söz konusu İçişleri Bakanları toplantısından çıkabilecek kararlara dikkat çekerken, benim gözüm kulağım İstanbul’daki Türkiye- AB siyasi diyalog toplantısındaydı.
Lüksemburg’da adım atılamadı ve yine bilinmez bir geleceğe ertelendi vize muafiyeti tartışmaları.
1 Temmuz’da Güney Kıbrıs Rum yönetimi AB dönem başkanlığını alacak. Ankara bu konudaki tutumunu açıkladı. Altı aylığına AB cephesi yarı yarıya dondurulacak.
AB’nin Türkiye konusundaki adımlarını zamana yayma politikasında milim sapma yok ve artık iş aşık usandırma boyutuna geldi.
İyi haber bekleyenlere duyurulur.