Başkanlık sistemine karşı olanların en önemli iddiası başkanın zamanla tek adam diktasına dönüşebileceğidir. Bu tür eleştiriler sadece bizim ülkemize özgü de değil: Batılı bazı siyaset bilimciler de başkanlık sistemini otoriteryen eğilimleri güçlendirebileceği düşüncesiyle eleştiriyorlar. Nitekim ABD dışında başkanlık sistemiyle yönetilen pek çok ülkede sık sık askeri darbeler olmuş. Ancak Türkiye için bu kaygıyı yersiz buluyorum. Çünkü Türkiye’de darbelerin ve diktanın kaynağında seçilmişlerin çok güçlü olması değil, güçsüzlüğü vardır.“Başkanlık sistemi gelirse darbe olur, tek adam yönetimleri çıkar” diyen kişilerin mevcut sistem altında da çok sayıda tek adam yönetimi çıktığını görmesi gerekir. Örneğin Milli Şef dönemini yaşarken bu ülkede başkanlık sistemi mi vardı? 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’ın nedeni ülkede başkanlık sisteminin olması mıydı?
***
İkinci olarak başkanlık sistemine karşı çıkanların temel iddiası parlamentoyu savunmak. Bu kişilere göre en güçlü parlamento, parlamenter rejimlerde olur. Oysa ki gerçek bu algının tam tersinedir. Başkanlık sisteminde seçilmiş başkan meclise karşı sorumlu değildir, ama meclisi feshetme, seçim tarihlerini değiştirme ve yasa teklifinde bulunma haklarına da sahip değildir. Başka bir deyişle, yasama işi tamamen meclisin tekelindedir. Evet, mecliste partili vekiller vardır, ancak başkan ve hükümetinin kendi partisinden milletvekillerini emrine alabileceği güçlü mekanizmalar mevcut değildir. Ayrıca başkanlık sisteminde meclis bütçeyi engelleyebilir, başkanın aday gösterdiği kişileri de veto edebilir. Yani başkanlık sisteminde parlamento, parlamenter sistemdekinden çok daha güçlüdür.
Başkanlık sistemi dendiği zaman herkes başkanın yetkilerini konuşuyor, başkanın tek adamlığa yönelmesinden endişeleniyor. Oysa bu sistemde dengeleyici unsurları konuşan neredeyse hiç yok. Eğer Türkiye başkanlığa veya yarı-başkanlığa doğru ilerliyorsa bizim başkandan çok, asıl onu dengeleyecek olan meclisi ve yargıyı konuşmamız gerekiyor. Böyle bir sisteme geçeceksek meclisimizin ABD Kongresi gibi yasama haklarını başkanla paylaşmaması gerekir. Böyle bir sistemde sıkı parti disiplininden de uzaklaşılması şarttır. Aynı şekilde şu anki yargı sistemimiz ile başkanlık sistemini uygulayabilmek de zordur. Yargı, gerçek anlamda bağımsız ve güçlü bir erk olmak zorundadır.
Eğer bu saydıklarımızı gerçekleştirebilirsek başkanlıktan korkmaya gerek yok. Eğer bunları yapamayacaksak ve buna rağmen parlamenter sistem içinde icrayı tamamen başkana bırakacak isek bu durumda verdiğiniz yetkileri babanızın oğlu da olsa istemediğiniz şekilde kullanır. Yani zayıf bir parlamento ve zayıf bir yargı ile başkanlık sistemi istemediğiniz noktalara varabilir.
***
2014 yılında Cumhurbaşkanını, yani başkanı, halk seçecek. Ancak halk seçmesine rağmen cumhurbaşkanının meclise karşı sorumsuzluğu devam edecek. Üstelik bu cumhurbaşkanının başbakana benzer yetkileri de olacak. Bugün Cumhurbaşkanı Gül ile hükümet arasındaki uyum sayesinde sorun olmayan o yetkiler halkın seçtiği bir cumhurbaşkanında ve farklı isimler arasında çok ciddi sorunlara da yol açabilecek.
Kısacası mevcut sistem ile devam etmemiz mümkün değil. Yetkilerin ya başbakanda toplanması ve cumhurbaşkanının diğer parlamenter sistemlerde olduğu gibi sembolik hale gelmesi gerekiyor, ya da başbakana ait yetkilerin de cumhurbaşkanına aktarılması gerekiyor. Yani icra yetkilerinin iki güç arasında paylaştırılması doğru değil.
Partili cumhurbaşkanı önerisine gelince, eğer güçlü yetkileri olan, icranın başı bir cumhurbaşkanı olacak ise cumhurbaşkanı tarafsız olmamalıdır. Böyle bir durumda hem meclise, hem de halka karşı sorumsuz bir makam ortaya çıkar ki, bu da kabul edilemez.
Görünen o ki başkanlık tartışmaları devam edecek. Tartışmakta fayda da var. Ancak unutulmaması gereken asıl nokta hiçbir sistemin sihirli olmadığıdır. Başkanlık sisteminin de, parlamenter sistemin de iyi ve kötü pek çok örnekleri var. Önemli olan bu sistemleri nasıl dolduracağımızdır.