Seçim sonrasında ortaya çıkan tablo, bir koalisyon mecburiyeti yönündeydi.
Haşmet Babaoğlu’na katılıyorum, koalisyon hiç kimse tarafından istenen bir şey değildir, o yüzden koalisyona seçmen iradesi üzerinden yapılan güzellemeler doğruyu yansıtmıyor.
Seçmen oy verdiği partiyi iktidarda görmek ister. Mümkünse tek başına iktidarda... Hiçbir seçmen koalisyon için oy vermez.
Koalisyon hali istenen ve olumlanan bir şey değil, sadece bir mecburiyet halidir. O yüzden seçmenin artık tek başına iktidar istemeyip bir koalisyon istediği yönündeki tespitler şayet bir algı operasyonu için kullanılmıyorsa saflıktan öte bir şey değildir. 7 Haziran sonrasında ortaya çıkan siyasal tablo, AK Parti’nin tek başına iktidara gelemediği ama AK Parti’nin dışındaki muhalefetin de kendi içinden bir hükümet formülasyonu çıkartamadığı bir gerçekliğe yaslanıyor. Bu gerçekliğin apaçık bir gerçek yanı daha var ki o da şu: Bir hükümet kurulacaksa mutlaka AK Parti’nin başkanlığında kurulacak!
AK Parti’yle hükümet kurmak isteyen partilerin o yüzden dayatmada bulunmadan koalisyon mantığının gerektirdiği en açık ve anlaşılır uzlaşıyı sergilemesi gerekiyor. Tersi bir davranış ülkeyi hükümetsiz bırakmak anlamına gelir ki bunun da sorumlusu AK Parti olmaz. Muhalefet partilerinin hem kendilerini dayatarak koalisyonun önünü tıkamaları, hem de AK Parti’yi koalisyon masasını devirmekle suçlamaları anlaşılabilir bir şey değil. Oysa AK Parti en başından itibaren uzlaşıya açık olduğunu belirtmiş, CHP ve MHP ile yapacağı koalisyon görüşmelerinde hiçbir şart ileri sürmemişti.
“Şartlarımız doğrultusunda mutabakat oluşmazsa koalisyon olmaz!” diyerek dayatmada bulunanlar ne hikmetse uzlaşmacı sayılıyorlar, hiçbir şart ileri sürmeden masaya oturan AK Parti ise uzlaşmayı dinamitleyen parti olarak suçlanıyor.
El insaf yani!
Başkanlık olsaydı böyle mi olurdu?
Ortada bir hükümet krizi var. İşte tam da bu noktada Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun söylediği söz anlamını buluyor.
Evet, Başkanlık sistemi olsaydı hükümet krizi olmazdı. Çünkü Başkanlık sisteminde hükümet meclisin içinden çıkmadığı için şu veya bu partinin güç kazanması veya kaybetmesi hükümet krizine yol açmazdı. 7 Haziran seçimlerinden sonra hangi partinin hangi partiyle hükümet kurup kurmayacağı gibi bir sorunla karşılaşmazdık. Müezzinoğlu’nun bu çerçevede söylediği bir sözün “Tayyip Erdoğan Başkan olsaydı” biçimine dönüştürülüp sanki Erdoğan Başkan olamadığı için hükümet krizine sebebiyet veriyor gibi bir algı oluşturulmaya çalışıyor ki buna düpedüz çarpıtma denir.
Bir sözün mecrasından çıkartılıp başka bir mecraya taşınması aynı zamanda siyasi bir ahlaksızlık örneğidir. Ne yazık ki bu örnekler giderek çoğalmaya başladı.
İki büyük yalan ve iftira
Seçimden sonra doğrudan Cumhurbaşkanımıza yönelik iki büyük yalan ve iftira üzerinden bir algı operasyonu başlattılar.
Bir: “Erdoğan Başkan olmak için ortaya çıkan seçim sonuçlarını beğenmeyip ülkeyi tekrar bir seçime götürmek istiyor. Bunun için koalisyona izin vermiyor.”
İki: “Tekrar bir seçimde kendisini Başkan seçtirmek için AK Parti’yi tek başına iktidara getirecek bir formülasyon çerçevesinde savaş çıkartıyor.”
Seçimden hemen sonra Cumhurbaşkanının “Uzlaşın ve hükümet kurun!” çağrısı arşivlerde duruyor. PKK’nın seçimden sonra terörü derinleştirerek devlete nasıl meydan okuduğu da ortada... Terörü başlatan ve derinleştiren PKK yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu şekilde suçlanması yalan ve iftiranın dışında büyük bir ihanettir aynı zamanda.
Cumhurun reisi elbette farklı olur
Cumhurbaşkanın yönetim değişikliğiyle ilgili söylediği sözler Kılıçdaroğlu ve Sözcü tarafından “darbe” diye nitelendirildi. Oysa Cumhurbaşkanının söylediği gayet açıktı. Cumhurbaşkanı doğrudan halkın seçtiği bir başkanla birlikte fiili bir durumun ortaya çıktığını söylüyordu. Bir ülkede cumhur doğrudan kendi başkanını seçiyorsa siz o başkana TBMM tarafından seçilen sembolik başkan muamelesi yapamazsınız. Meclis tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ile doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı arasında bir fark olmayacaksa o zaman halkın reyine niye başvuruldu? Mevcut anayasadaki maddeler meclis tarafından seçilen Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini belirliyor, doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının değil!
Ortada fiili bir gerçeklik var. Bu fiili gerçekliğin hukuki altyapısının oluşturulması gerektiğini söylemek “darbe”yle izah edilebilecek bir husus değildir. Halkın kendi başkanı aracılığıyla doğrudan yönetimde söz sahibi olmasını hazmedemeyenler milli iradeyi “darbecilik” zannediyorlar ne yazık ki. Halkla bu anlamda savaş halinde olanlar bu yüzden Erdoğan’la da savaş halindedirler.
Halka duydukları kini Cumhurbaşkanından çıkartmak gibi patolojik bir yönelim içine girmiş bulunuyorlar.