Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemi ve yeni anayasa sürecinde önceki gün tarihi bir adım attı. İlk kez bu mesele bir tartışma olmaktan çıkıyor ve fiilen ülke gündemine giriyor.
Şu cümlelerinin altını çizelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın: ‘Başkanlık sistemi Tayyip Erdoğan’ın kişisel meselesi değildir. Mevcut sistemimiz bir anormallik halidir. Hem seçilmiş başbakan, hem seçilmiş cumhurbaşkanıyla bu sistemin yürümesi fevkalade güçtür.’
Erdoğan, toplumu sürekli tedirgin ederek başkanlık sisteminin bölünmeye yol açacağını öne sürenlere de çok net cevap verdi: ‘Özerklik, öz yönetim adı altında devlet içinde devlet kurmaya çalışanların da dünyayı başlarına yıkarız, bunun böyle bilinmesi lazım.’
Bundan sonrası için birkaç nokta önemli. Çünkü bir sistem değişikliğine gidilecekse, her aşamanın dikkatle, toplumun geniş kesimleriyle paylaşılarak ve endişeleri önemseyerek planlanması gerekiyor. Cumhurbaşkanı’nın da işaret ettiği gibi sivil toplum kuruluşlarının süreçteki varlığı çok değerli. Ancak bunun çok daha geniş bir alana taşınması da zorunlu.
Bir yandan yeni bir anayasa hazırlanırken, başkanlık gibi ciddi bir sürecin yönetilmesi, elbette öncelikle siyasetin omuzlarında bir sorumluluk. Sadece Cumhurbaşkanı’nın ve AK Parti’nin içinde olduğu değil; siyasetin, elbette eleştirileri ve katkılarıyla birlikte yer aldığı bir süreç inşa edilirse, geçiş çok daha sağlıklı olacak.
Eleştiri demişken; başkanlık sürecinin siyaset tarafından tüm boyutlarıyla ele alınması, varsa endişelerin topluma aktarılması son derece önemli. Ancak siyasetin sorumluluğu, sıradan eleştirilerle anlamsız ve gereksiz korkular oluşturmak değil; herkesi sağlıklı bilgilendirmek olmalı.
Bunun için öncelikle Türkiye’nin merkezinde yer aldığı coğrafyada neler olduğunu, hangi tehlike ve tehditlerin nereye doğru ilerlediğini, bunları aşabilmek, hatta yükseliş için bir fırsata çevirmek adına neler yapılacağını doğru analiz etmek gerekiyor. Ne yazık ki muhalefet partilerinde bu yönde bir anlama çabası görülmüyor. MHP’nin bu meselede ülke yararı gördüğü anda destek olacağını öngörmek elbette yanlış olmaz. Ama önemli olan şu anda bölgenin ve dünyanın gidişatını dikkate alarak bu desteğin şekillenmesi.
CHP, daha başından itibaren başkanlık konusunda ciddi bir tartışma ve analize kapı açmadı. Hala da bu tutumunu sürdürüyor. HDP ise, zaten ülke siyasetinin bir parçası olmak yerine, proje olarak yoluna devam ediyor. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözünün, sıradan bir siyasi tepki olarak değil, HDP’nin ve elbette bölgesel ölçekte onu kullananların penceresinden okumak daha doğru olur.
Cumhurbaşkanı, başkanlık sisteminin kendi kişisel meselesi olmadığını söyledi ve elbette değişimin sahiciliği için bu çok önemli bir vurgu. Kendi geleceği ve gücü için bir sistem tercihi yapmıyor Erdoğan. Başkanlık sistemiyle ilgili öngörüsü, pek çok analizin yanı sıra yaklaşan ‘büyük fırtına’ öncesinde Türkiye gemisini ayakta tutmayı hedefliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek yakın geçmişte yapılıp edilenleri, gerekse geleceğe dair neler yapılması gerektiğini cesurca sorgulayan ve toplumla paylaşan tarzını hiç değiştirmedi bugüne kadar. Siyasi hayatını tek kelimeyle ifade etsek, herhalde ‘risk’ diyebilirdik. Her defasında aldığı risklerin kendisini siyaseten yok edeceğini düşünenler hayli fazlaydı. Unutmayalım. Mesela 17-25 darbe girişiminde ve sonrasında onun yoluna devam edeceğine kaç kişi inanıyordu acaba?
7 Haziran ve 1 Kasım 2015 arasında bir kez daha gördük ki, Türkiye’nin hem topluma dokunabilme kabiliyetini en üst düzeyde elinde tutan, hem de kriz anlarında hamle yaparak cesurca risk alan bir lideri var. Evet, kişisel değil; ama başkanlık sürecinde de göreceğiz ki geleceği en doğru okuyan isimle bu yola çıkmanın büyük avantajları var.