Efendim, konuşmuş olmak için konuşmak insanı bilge değil salt geveze yapar! “Bu ülkede 24 Temmuz 1908’den bu yana ilk kez gazeteler sansür memuru gördü” diyor Kılıçdaroğlu Kemal Efendi. Yani basın sansürünün kaldırılış tarihine gönderme yapıyor! Çok güzel! Yani 105 yıldır bu ülkede basın özgürlüğü vardı ha! Örneğin İttihatçılar pek bir basın özgürlüğünden yanaydılar değil mi? Hasan Fehmi, Ahmet Samim ve Zeki Bey adlı gazetecileri İttihatçı fedaileri “cemiyeti eleştirdikleri için” öldürmedi mi? “Serbestçi” Gazetesinin yazarı Hasan Fehmi, Meşrutiyet’in ilanından sonra iktidara gelen İttihatçıların yolsuzluklarını yazdığı için, İzmir suikastını da tertipleyenlerden olduğu öne sürülen ünlü İttihatçı Şükrü Bey’in emriyle vurulmadı mı? İttihatçıların “beceriksiz, bilgisiz ve de türlü yolsuzluklara bulaştığını” gazetesi Sada-yı Millet’de yazan Ahmet Samim, Haziran 1910’da Bahçekapı’da öldürülmedi mi? Zeki Bey ise, İttihatçıların Maliye Nazırı Cavit Bey’le ilgili, yolsuzluklarını kanıtlayacak belgeler ele geçirmişti, “Şehrar” gazetesinde bunları yayınlayınca 10 Temmuz 1911’de İttihatçı fedailerce delik deşik edildi; cesedi Bakırköy’de bulundu. Kılıçdaroğlu Kemal Efendi’nin sözünü ettiği “basın özgürlüğü ilanının” üzerinden sadece üç yıl geçmişti hepi topu!
Belki de Cumhuriyetle birlikte basın özgürlüğünün filizlenip geliştiğini düşünüyordur Kemal efendi. Ne var ki, Halk Fırkasını ilk yıllarında “basın özgürlüğü” lafta kalmıştır. Şeyh Said nedeniyle yürürlüğe giren Takrir-i Sükun yasası ve İstiklal Mahkemeleri basını sindirmiş, devletin ve yönetimin emirleri dışında tek kelimenin dahi yayınlanmasına izin verilmemiştir. Dahası modernleşme tasarımının destekleyicileri olarak basına, “irtica, komünizm, bölücülük” gibi tehditlerle devletin yanında yer alma konusunda sürekli telkinler yapılmış, medyaya soluk aldırılmamıştır. Milli Şef döneminde de basına sürekli aba altında sopa gösterilmiş, Çankaya’nın istekleri doğrultusunda yazan abad olurken punduna getirip eleştiriye soyunan, rahmetli Necip Fazıl gibi mahpus damlarında çürümüş. Milli Şef döneminde tam tamına 108 gazete kapatılmıştır, muhalif yayın yapıyor diye! Dile kolay yüz sekiz gazete! İlk kapatılan gazete de Cumhuriyet’tir! Dönemin gazetelerinden Vatan, Tan, Tasvir-i Efkar kapattırılır birbiri ardına. Vatan 7 ay 24 gün, Cumhuriyet 5 ay 9 gün, Tan 2 ay 13 gün, Tasvir-i Efkar 3 ay kapılarına kilit asarlar! Cumhuriyet kapatılınca Yunus Nadi Ankara Garında İnönü’yü karşılayanlar arasına karışır, derdini anlatmaya çalışır. Aldığı yanıt çok anlamlıdır: “Siyasi yazı yazılmasına müsaade edemem!!” Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’yse buna çok sinirlenir ve “Perde Arası” adlı kitabında, “Sorumsuz bir Cumhurbaşkanı nasıl olur da tıpkı Hitler gibi, Mussolini gibi hareket edercesine uluorta bir arkadaşını payladı!”der.
Milli Şef salt siyasi yazı değil dini içerikli yazıları da istemez. Matbuat Genel Müdür Yardımcısı İzzettin Nişbay eliyle 1945 yılında bir genelge gönderilir bütün gazetelere: “...dinden bahseden bazı yazı, mütalaa, ima ve temsillere rastlanmaktadır...dini mevzu üzerindeki gerek tarihi,gerek temsili, gerekse mütalaa kabilinden olan her türlü makale, fıkra ve tefrikanın neşrinden kaçınılması....”
Ya işte böyle ağam. Daha yazacak çok şey var. Milli Şef dönemi sonrasını da, Demokrat Partili yılları da, darbeler sırasında basının başına gelenleri de ve eğer isterseniz bugünü de tartışırız tabi. Ama önce şunu bir düşünün isterseniz. Bugün yayınlanan ve salt Tayyip Bey’e sövmenin, hükümeti en ağır biçimde eleştirmenin dışında hiçbir işlevi olmayan gazete televizyon ve radyolar yayınlarını sürdürebilirler miydi, örneğin sizin partinizin iktidar olduğu herhangi bir dönemde? Cevabını ben vermeyeyim siz verin lütf en...
(Meraklısına Not: Özgürlüğe Son Kurşun—Hıfzı Topuz;
Tek Parti Devri—Mustafa
Armağan vb.)