Memleket meselelerini ağırlıkla Ankara’nın politik koridorlarında ve gazetelerinde ajansların haber akışlarından takip edenlerden biri olarak, yazılarımızda ve televizyon ekranlarından vatandaşa olabildiğince ‘net’ tablolar çizmeye çalışıyoruz.
‘Sahada’ gördüğümüz de, vatandaşın kafasında tablonun gayet net olduğu...
Cumartesi gününü Rize’de geçirince, bir kısmı eski-meyen dostlardan oluşan çok sayıda kişiyle sohbet fırsatı da doğdu. Bizler ne kadar ‘aman kasıtlı yorumlara fırsat vermeyelim’ diye cümlelerimizi ince eleyip sık dokuyorsak, millet o kadar doğrudan, perdesiz soruyor; aslında soruların içinde cevaplarını da veriyor:
“Bu partiye oy veriyoruz, bu cemaatin içinde hizmet ediyoruz; bu kavgayı biz çıkarmıyorsak kim çıkarıyor?”
“Biz politikayla hizmetimizi birbirinden ayrı yaparken, bizim çabalarımızla güç kazanan cemaat üzerinden kendi hesaplarını görmek isteyenler mi var?”
“12 yılık bir iktidardan sonra bence bu partinin bugünkü görünümünden 8-10 puan daha düşük oy alması lazım; ama her seçim öncesi bir kavga çıkıyor, saldırı başlıyor partiye tepkili olan da sahip çıkmak zorunda hissediyor kendini. Biz ne zaman özgür irademizle oyumuzu kullanacağız?!”
“Yıllarca bir gazeteye aboneyiz, okuyoruz, okutturuyoruz. Ama bazı savcıların MİT’e veya yolsuzluklara ilişkin soruşturmalarında şüphe uyandıran tarafları başka gazetelerde görüyoruz, bizim gazetelerimizde görmüyoruz. Savcılar madem yolsuzluk yapıldığına, rüşvet alındığına bu kadar emin, neden soruşturmaları gizli kapaklı yapmışlar? ‘Hırsızın hiç mi kabahati yok’ diyeceğiz ama işin operasyon tarafı daha ağır basıyor.”
“Yıllarca memleketimizde çocukların, gençlerin eğitimi için çaba gösteriyoruz. Ama şimdi bu çabalarına katıldığımız ‘abi’lerin yine bizim yıllarca birlikte destek verdiğimiz partiye karşı tavır almasını izah edemiyoruz.”
“Yolsuzluk iddialarının hükümete ve Başbakan’a yönelik operasyon amacıyla kullanıldığı açık. Buna izin vermeyeceğiz. Ama ortalık durulduğunda bu iddiaların üzerine gidildiğini de görmek istiyoruz.”
“Politikacılara yönelik yolsuzluk iddiaları ilk kez olmuyor. Diyelim ki iddialar doğru; ama MİT’in Suriye’ye yardım göndermesine niye müdahale ediliyor? Suriye’dekiler zulüm altında, Türkmenlere yardım gönderildiği söyleniyor, hem MİT bizim istihbaratımız değil mi, dünyaya ‘teröristlere silah gönderiyor’ diye ihbar etmek memlekete ne kazandıracak?”
“Yukarılarda kim neyin kavgasını ediyorsa etsin, biz oyumuzu da aynı şekilde vermeye, hizmetimizi de aynı şekilde yapmaya devam ederiz.”
“Bu cemaat senden benden, bu arkadaşlardan oluşuyor. Gücünü buradan alıyor. Eğer birileri bu gücü kendi malı diye düşünüp hükümete darbe yapmaya yeltendiyse onu da hükümet çıkarıp önümüze koysun.”
“Biz aileden esnafız. Ama ancak 5-6 yıldır işlerimizi büyütebiliyoruz. Bugünlerde doların, euronun fırlaması, faizlerin yükselmesinin son olaylarla bağlantısı varsa, sebep olanı affetmeyiz?
“Seçim öncesi, hem de sonrasında birbiri ardına iki seçim daha gelirken yapılan operasyonları yolsuzluğa bağlamasınlar; kimse kusura bakmasın bunu yemeyiz. Ama arkadaşım söyledi, ortalık durulunca o konuyu da takip edeceğiz.”
‘Halkın nabzı’ gazeteciliği bizim kuşağın çok da miras aldığı bir tarz değil. Çünkü çok sayıda haber kanalı 24 saat haber veriyor, insanlar gazetelere ve internet medyasına bir ‘tık’la erişebiliyor, tepkilerini, yorumlarını iletebiliyor. Ancak ‘sahaya’ inince şunu fark ediyorsunuz; halkın nabzının, ‘normal şartlar altında’ yani kendi doğal atmosferinde attığı yer sokak sohbetleridir; e-postalar, haberlerin altlarına yazılan yorumlar veya meydanlar değil.
Rize’nin nabzı, “Başbakan’ı yedirmeyiz, onu yemeye veya onu perde yaparak ‘yemeye’ kalkanları da affetmeyiz!” diye atıyor.
Ve sanırım Türkiye genelinin düşüncelerine de tercüman oluyorlar.