Terörün bitirilmesine yönelik sürecin işareti 2001’de AK Parti’nin kuruluş programında verilmişti. Geniş ama kararlı bir ifadeydi: “Partimiz Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak şekilde, kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir.”
Başbakan Erdoğan, 2009’da Demokratik Açılım’ı başlatırken bu maddeye atıfta bulunarak, şöyle demişti: “Elbette istismar mekanizmaları çalışacaktır. Ama sürecin riski ne olursa olsun bizim bu meseleyi Türkiye’nin, vatandaşımızın çıkarına, geleceğimiz adına çözmekten başka bir gayemiz yoktur.”
Demokratikleşme adımlarını Habur ve Oslo süreçleri izledi. Son iki süreç başarısız olsa da, milletin gözünde ‘çözüm gayreti’ olarak olumlu bir etki bıraktı; hükümeti yeni adımlar atmaya teşvik etti. Ve 2012 sonunda ‘İmralı süreci’ ile tanıştık.
Bu kez sürecin sonunda değil, başında bilgisi oldu milletin ve desteği de daha büyük oldu. Erdoğan “Risk aldık. Geri adım atmayacağız” sözünün arkasında buradan aldığı özgüven var.
AK Parti’nin ‘nabız tutma’sına Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın geçen hafta sonu Bingöl’de kanaat önderleri ve STK temsilcileriyle yaptığı toplantıda tanık oldum. Bakan’ın ekibi, hazırlanan ‘U’ masanın başında değil ortasına yer ayırdı Atalay’a; muhataplarının Bakan’la karşılıklı konuşabilmesi için. Atalay da, “Size söylev vermeye değil, dinlemeye ve cevaplamaya geldim” diye söze başladı. Katılımcılar tek tek söz aldı, Bakan not tuttu. Yaklaşık 40 kişi arasında ak sakallı din adamlarından, genç sivil toplum liderlerine kadar her kesimden temsilci vardı. Sorudan çok değerlendirme yaptılar, öneri getirdiler. Söyledikleri bölgenin hissiyatının özeti ve hükümetin aslında onları daha önce dinlediğinin kanıtıydı:
-Bölünmeye karşıyız, insanca yaşamaya talibiz.
-Daha çok fabrika ve altyapı, güzel kentler istiyoruz.
-Sorunlu idareciler bölgeye gönderilmemeli. Bölge sürgün yeri olmamalı; mümkünse gönüllüler seçilmeli. AK Parti bürokratlarını iyi denetlemeli.
-Atanan yöneticiler halkı isyan ettirmemeli.
-Doktor, öğretmenler zorunlu hizmeti biter bitmez ayrılıyor. Kalmaları için teşvik edecek avantajlar tanınmalı.
-En büyük sorunumuz terör. İmralı görüşmelerini, açılımları taviz diye değerlendirenlere aldırmayın. Bugün taviz görünen yarın hayırlı çıkacaktır.
-Açılımdan, demokratikleşmeden, terörü bitirmekten, Kürt sorununu çözmekten, Ergenekon’la mücadele etmekten asla geri adım atmayın.
-Barış ilahi ve nebevi bir emirdir. Terörü bitirdiğinizde, emin olun dağdakilerin çoğu da size dua edecek.
-Çocuklarımız önce dinden koparılıyor, ateist yapılıyor, sonra dağa çıkarılıyor. Bunlar Leninist, Maoist. Sadece bizi kazanmak için Kürtçülük yapıyorlar.
-Kimliğimizi Allah verdi, adımızı Müslüman koydu. Bu kimlik, ırklara da, Hıristiyanlara da Yahudilere de inancı olmayanlara da güvencedir.
-Devlet son yıllarda iyi okullar, yurtlar, üniversiteler yaptı. Ama oralara iyi öğretmen gönderilmezse çocuklarımızı elimizle dağa göndermiş oluruz.
-Dini eğitime önem verilmeli.
-Başörtüsü yasağı tüm okullarda ve kamuda kaldırılmalı.
-Bir dönem bölgeye mahsus sıkıntı verdiler. Kasten her yere ‘ne mutlu Türk’üm diyene’ yazdılar. Bazı gençler tepkiden dağa çıktı. Bu yazıları ve varlığımızı Türk varlığına armağan ettiren ‘andımız’ı kaldırın.
-Irkçılığa yorumlanabilecek hiçbir şey anayasaya girmesin. Anayasadan ırkçılık kalkarsa bazılarının malzemesi de kalmaz.
-Bingöl, 82 anayasasına en yüksek ‘hayır’ oyu veren şehirdi. Yarın da hak ettiğimiz bir sivil anayasaya en yüksek ‘evet’ oyu vermeye hazırdır.
Başbakan’a Türkiye’nin diğer bölgelerinden ulaşan mesajlar da ‘vazgeçmeyin, çözün’ odaklı olunca kararlılık daha da güçleniyor.