Türkiye üzerinde siyasi kurgu yapmak isteyen el farklılıklardan düşmanlık çıkarmak istedi hep. Kürt’ü Türk’e düşürmek, Alevi’yi Sünni’ye kırdırmak, laikleri dindarların karşısına dikmek istedi.
Farklılıklardan fay hatları peyda eder, her ihtiyaç olduğunda o fayları harekete geçirerek dediğimizi yaptırırız diye düşünmüş olmalılar ki on yıllar boyunca hep aynı yerden canımızı yakmak istediler.
Yaktılar da.
1938’de Dersim’de yaktılar. 27 Mayıs’ta Yassıada’da yaktılar. Maraş’ta, Sivas’ta, Diyarbakır’da yaktılar. Üniversite kapılarında, İmam Hatiplerde yaktılar. Yıllarımızı çaldılar.
Gezi parkında köpürtülen nefret pörsüdü, bir daha kullanamadılar.
Güneydoğuda kazdıkları çukurlardan bir daha çıkamadılar.
FETÖ’nün dahil olduğu tüm siyasi cinai kumpaslar yapanların başlarına geçti.
Onlar kazanamadı, dedikleri olmadı.
Biz ise çok can kaybettik. Yaralarımız iflahımızı kesti, bazıları hala kanamakta.
Bitmeyen tartışmalara gark olduk. Tartışmadan duramadık, hiçbir yere varamadık. Gönlümüz yoruldu.
Ama kopmadık da birbirimizden.
Cihan imparatorluğundan kaldığımızı, büyük millet olduğumuzu unutmadık.
Kolektif hafızamız kardeşlikle yoğrulmuş bir kere.
Etnik, dini, mezhebi farklılıkları, gündelik hayat biçimlerini zenginliğimiz bildik, yolumuza devam ettik.
***Şimdi farklı yerlerde geziniyor o melun el. Farklılıklardan istediğini alamayınca aynılıklardan ayrıştırmayı deniyor. Ama bu bahsi diğer, şimdilik geçelim.
Türkiye her alandaki egemenlik haklarını korumak için başarılı bir siyaset yürütüyor, güçleniyor, yeni bir gelecek inşa ediyor. Ülkemizle gurur duyacağımız gelişmeler ardı ardına yaşanıyor.
Öte yandan geçmişten gelen acıları teskin etmek, adalet arayışlarını tamam etmek de gerekiyor. Fay hatlarına sıkışmış ruhlar var maalesef, azat edilmeyi bekleyen.
***1993 Temmuz’u açık bir yara olarak durmakta orada.
Üç gün arayla belli ki birbirine koşut olarak tasarlanan, birbirlerine düşsünler diye kışkırtılan iki ayrı katliamın izini, isini taşıyoruz hala ciğerimizde.
2 Temmuz’da Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gelen yazar ve sanatçılardan oluşan 33 kişi kaldıkları otelde çıkan/çıkarılan (?) yangında hayatını kaybetmesi…
5 Temmuz’da ise Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 köylünün çocuk, kadın, yaşlı demeden PKK’lı teröristlerce şehit edilmesi…
Aradan 27 yıl geçti ama adalet gerçek manada tesis edilmedi.
Acılar kıyaslandı. Ölenler arasında sanatçı-köylü diye hiyerarşi kurulmaya, canlar Alevi-Sünni diye ayrıştırılmaya çalışıldı.
Şu da bir gerçek ki Sivas katliamı hep konuşuldu. Dava dosyası 93’ten 2012’ye sürdü, takipçisi çoktu, siyasetin medyanın gündeminden hiç inmedi.
Başbağlar katliamı ise hep sahipsizdi. 1994’te DGM’de açılan dosya 1998’te takipsizlikten kapandı. Şüpheler giderilmedi, olanlar paranteze alındı, geride kalanlar mahzun kaldı.
Başbağlar o kadar sahipsiz kalmış olmalı ki 27 yıl sonra, bileşenleri arasında sol, sosyalist, Marksist, LGBT örgütlerin yanı sıra PKK bağlantıları bilinen kişi ve yapıların da olduğu HDK adlı çatı örgüt olay mahallinde görüldü.
HDP’nin yan ürünü olan, eş sözcülüğünü Sabahat Tuncel ile Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı HDK, katliamın yıldönümünde katliamı iktidarın üzerine yıkarak PKK’yı aklamaya, şehitlerimiz üzerinden güç toplayarak piyasa yapmaya cüret edebilmiş!
***Kurgunun basitliği ve deşifre olması, devletin de toplumun da bu karşıtlıklar üzerinden oynanan oyunlara karşı çok daha dikkatli basiretli ve ferasetli olması önemli kazanımlar.
Ama kurgunun arkasındaki derin yapılar, aktörler, figüranlar ortaya çıkarılmadığı sürece açık ki bu yara kanayacak, iltihaplanacak ve HDK ataklığında görüldüğü gibi suistimale açık olacak.
Toplumu karşı karşıya getirmeyi amaçlayan iki katliam gibi acısı ve hatırası da hem ayrışma noktası, hem çarpılmış algı için kullanılmak isteniyor hala. Ama hepsinden önemlisi şehitlerimize borcumuzdur. Başbağlar dosyası yeniden açılmalıdır.