Dün, 5 Temmuz, bayramın 1. günü olmasının ötesinde yakın dönemde Anadolu topraklarında gerçekleştirilen yegane katliamın da sene-i devriyesiydi. O günden bugüne Müslüman Anadolu topraklarında böylesine bir vahşilik, böylesine insanlığın ayaklar altına alındığı bir hâdise yaşanmadı.
5 Temmuz 1993 senesinde, katliamdan 3 önce Sivas’taki provokasyonun ardından Erzincan’ın Başbağlar köyünü basan eşkıya çoluk çocuk 33 masum insanı katletti.
Unutmak ihanetse, bayram günü de olsa ihanete düşmemek adına Başbağlar katliamını hatırlayalım. Katliamı yaşayanlar anlatıyor:
“E.A gördüklerini şöyle anlatıyor; “Akşam namazına duracaktık ki torunum geldi. Anarşistlerin köyü bastığını söyledi. Ben de hemen kapıyı kapattım. Kapıyı kapatırken, beni gördüler. Gelip kapıyı açmamı istediler. Ama ben kapıyı açmadım. Dönüp gittiler. Biz namazımızı kılıp dua etmeye başladık. Pencereden baktım ki komşunun kapısını kırıp evdeki erkeği dışarı çıkardılar. Bir adamı başına diktiler. Tüfeği dayadılar ve beklemeye başladılar. Birkaç kişi geldi, bizim kapıyı kırıp içeri girdiler ve evde erkek olup olmadığını sordular. Erkeklerin evde olmadığını söyleyince, evin içine girdiler. O sırada yanımda bulunan parayı onlara doğru uzattım, belki parayı alır da bir şey yapmadan çekip giderler diye. Parayı aldılar, tüfeğin ucuyla beni, gelinimi, torunumu iterek dışarı çıkmamızı istediler. Çıkarken geri döndüm ki odaya bomba koyuyorlar. Dışarı çıktıktan sonra evi ateşe verdiler. Beni götürürlerken itti ve kaktılar. Hasta ve yaşlı olduğumu söyledimse de beni sürüklediler. Kadınların toplandığı yere götürdüler. Etrafımıza bomba koydular. Bir taraftan evleri ve arabaları yaktılar. İçlerindeki kadın terörist ziynet eşyalarımı istedi. Olmadığını söyleyince “Siz İstanbul Karagümrük’ten geliyorsunuz, sizin altınınız olmaz mı?” dedi.
F.P.: “Militanlar, kapının önünden ismen çağırıyorlardı köyün insanlarını. Selim Pato, sen gel dediler. Görümcemin oğluna, Recep sen de gel, dediler. Doğru camiye dediler. Ben içeride pencerenin önünde oturmuş dinliyordum. Birkaç militan sokaklara dizildi. A.C’yi çağırdı. Bu adam yanımızdaki ilçenin köyünde oturuyordu. Bizde tırpan yapıyordu. Onu görünce hayrete düştüm. Daha sonradan biz kadın ve çocukları da topladılar. Derenin yanında toplandık. Başımıza bir kız, bir erkek militan koydular. Erkekleri de öbür tarafa topladılar.”
G.D.: “Biz kadınları topladıkları yerde havaya uçuracaklarmış, Allah kurtardı bizi, dereye topladıklarında yanımıza bir şey koydular. Biz telsiz var sanıyoruz. Ne konuştuğumuzu dinlemek için telsiz koydular sanıyoruz. Aramızda sessiz sessiz konuşuyoruz. Meğer bombaymış. Dereden çıkmışız, bomba patlamış.” Köyün erkekleri öte tarafta kurşuna dizilirken, kadınlar ve çocuklar dere kenarında, yanlarına konan bombadan habersiz, militanlar köyü terk ettikten sonra dereden ayrılıyorlar. Ayrılmasalar, köydeki erkeklerin akıbetine kadın ve çocuklar da uğrayacaktı. Militanlar, sloganlar atarak kanlı eylemlerini gerçekleştirdiler. Kadınların ve çocukların ağlaşmaları ve köyün tamamen yanması onlara adeta büyük bir zevk veriyordu.” (basbaglar.org)
Katliamın hukuk sürecinde yaşanan komediyi biliyorsunuz. 20 yıl sonra konuşan davanın hâkimi Şakir Kadıoğlu, sanık diye önüne getirilenlerin gerçek fail olmadıklarını ve Başbağlar davasının Türkiye hukuk tarihinin yüzkarası olduğunu söyledi.
2 Temmuz’da sokaklara dökülüp Sivas provokasyonu sebebiyle Müslüman Anadolu halkına kin kusanlar, “İnsan hakları, insanlık onuru, barış”tan bahsedenlere soruyorum: 5 Temmuz’da Başbağlar’da bebelerin hakkı yok muydu, onuru yok muydu da öldürdünüz!