Pazartesi günkü yazımda, 90'larda yargı içindeki mezhepçi unsurların oldubittiye getirdikleri Sivas davasında yeniden yargılama yapılması gerektiğini yazmıştım. Aynı talebi Başbağlar davası için de dile getiriyorum.
Evet, Başbağlar dosyası yeniden açılmalı. Dosya yeniden açıldığında, bir dönem Türkiye'nin mezhepçiler elinde nasıl karanlığa sürüklendiği görülecektir.
Herkesin bildiği bir sırdır, Başbağlar katliamı sonrası yakalanan 16 zanlının dönemin Adalet Bakanı ve aynı zamanda Alevi dedesi olan Seyfi Oktay ve SHP milletvekili Mustafa Kul'un devreye girmesiyle serbest bırakılması...
Davanın hâkimi Şakir Kadıoğlu, sanık diye önüne getirilenlerin gerçek fail olmadıklarını ve Başbağlar davasının Türkiye hukuk tarihinin yüzkarası olduğunu ancak 20 yıl sonra söyleyebilmişti.
Hâkim Kadıoğlu'nun 20 yıl sonra gelen itirafı bile Başbağlar davasının yeniden görülmesi için tek başına yeterli delildir.
Başbağlar katliamı ve davası, Türkiye'yi mezhepçi karanlığa gömmek isteyenlerin sahada ve yargıdaki intikam operasyonudur; terör unsurları Müslüman Anadolu'nun evladlarını katletti, yargı unsurları da katliamın üstünü kapattı.
28 yıl önce, 5 Temmuz 1993 senesinde Erzincan Başbağlar'da ne olmuştu? Katliamdan sağ kurtulanlar anlatıyor:
"E.A gördüklerini şöyle anlatıyor; "Akşam namazına duracaktık ki torunum geldi. Anarşistlerin köyü bastığını söyledi. Ben de hemen kapıyı kapattım. Kapıyı kapatırken, beni gördüler. Gelip kapıyı açmamı istediler. Ama ben kapıyı açmadım. Dönüp gittiler. Biz namazımızı kılıp dua etmeye başladık. Pencereden baktım ki komşunun kapısını kırıp evdeki erkeği dışarı çıkardılar. Bir adamı başına diktiler. Tüfeği dayadılar ve beklemeye başladılar. Birkaç kişi geldi, bizim kapıyı kırıp içeri girdiler ve evde erkek olup olmadığını sordular. Erkeklerin evde olmadığını söyleyince, evin içine girdiler. O sırada yanımda bulunan parayı onlara doğru uzattım, belki parayı alır da bir şey yapmadan çekip giderler diye. Parayı aldılar, tüfeğin ucuyla beni, gelinimi, torunumu iterek dışarı çıkmamızı istediler. Çıkarken geri döndüm ki odaya bomba koyuyorlar. Dışarı çıktıktan sonra evi ateşe verdiler. Beni götürürlerken itti ve kaktılar. Hasta ve yaşlı olduğumu söyledimse de beni sürüklediler. Kadınların toplandığı yere götürdüler. Etrafımıza bomba koydular. Bir taraftan evleri ve arabaları yaktılar. İçlerindeki kadın terörist ziynet eşyalarımı istedi. Olmadığını söyleyince "Siz İstanbul Karagümrük'ten geliyorsunuz, sizin altınınız olmaz mı?" dedi.
F.P.: "Militanlar, kapının önünden ismen çağırıyorlardı köyün insanlarını. Selim Pato, sen gel dediler. Görümcemin oğluna, Recep sen de gel, dediler. Doğru camiye dediler. Ben içeride pencerenin önünde oturmuş dinliyordum. Birkaç militan sokaklara dizildi. A.C'yi çağırdı. Bu adam yanımızdaki ilçenin köyünde oturuyordu. Bizde tırpan yapıyordu. Onu görünce hayrete düştüm. Daha sonradan biz kadın ve çocukları da topladılar. Derenin yanında toplandık. Başımıza bir kız, bir erkek militan koydular. Erkekleri de öbür tarafa topladılar."
G.D.: "Biz kadınları topladıkları yerde havaya uçuracaklarmış, Allah kurtardı bizi, dereye topladıklarında yanımıza bir şey koydular. Biz telsiz var sanıyoruz. Ne konuştuğumuzu dinlemek için telsiz koydular sanıyoruz. Aramızda sessiz sessiz konuşuyoruz. Meğer bombaymış. Dereden çıkmışız, bomba patlamış." Köyün erkekleri öte tarafta kurşuna dizilirken, kadınlar ve çocuklar dere kenarında, yanlarına konan bombadan habersiz, militanlar köyü terk ettikten sonra dereden ayrılıyorlar. Ayrılmasalar, köydeki erkeklerin akıbetine kadın ve çocuklar da uğrayacaktı. Militanlar, sloganlar atarak kanlı eylemlerini gerçekleştirdiler. Kadınların ve çocukların ağlaşmaları ve köyün tamamen yanması onlara adeta büyük bir zevk veriyordu."
Böylesine vahşiliğin sergilendiği bir katliam dosyası yeniden açılmayacak da hangi dosya açılacak!..