Bu soruyu, bir maliyeci, bir öğretim üyesi olarak çok önemsemekteyim ama özellikle de dış politika ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenen kesimlerde bugüne kadar dört başı mamur bir tanım göremedim.
Bendenizin, mesleki deformasyon içerme ihtimali olan bir cevabı var, sunmaya gayret edeceğim, her türlü eleştiriye de zaten doğal olarak açığım.
Dış politika bir kamu hizmetidir, karar süreçlerini değil ama uygulamasını (implementation) büyük ölçüde bir bakanlık yürütür, pahalı bir kamu hizmetidir, vergi mükellefi bu hizmetin üretilmesi için vergi öder, yani ürettiğinin bir bölümünü devlete aktarır.
Bir kamu hizmeti olmasının, finansmanının tümünün vergi mükellefleri tarafından yapılmasının bir sonucu olarak dış politikanın da bir etkinlik analizi, diğer tüm kamu hizmetlerinde olduğu gibi, vergi mükellefi üzerinden yapılmalıdır.
Bir kamu hizmeti, hangisi olursa olsun, orta ve uzun vadede, bu hizmeti finanse eden vergi mükellefini, vatandaşı daha müreffeh kılmıyor ise, bu kamu hizmetinin karar süreçlerinde, üretiminde MUTLAKA sorun var demektir.
Adalet hizmetinin amacının adaletin tesisi olduğunu söylemek bir totolojidir, adalet hizmetinin orta ve uzun vadede yegane amacı daha adil işleyen toplumsal mekanizmalar üzerinden vatandaşın, vergi mükellefinin refahını arttırmaktır.
Refah artışına orta ve uzun vadede hizmet etmeyen bir adalet üretimi yanlış karar mekanizmalarına ve yanlış bir üretim mantığına dayanıyor demektir.
Eğitim için de aynı mantığı öne sürebiliriz; eğitimi bir tür kamu hizmeti yapan özelliği ortalama verimlilği yüksetmesidir.
Artan ortalama verimlilik düzeyi de kaçınılmaz olarak vatandaşın refahını yükseltir yani eğitim ancak refahı, kişi başına geliri orta ve uzun vadede yükseltebildiği ölçüde eğitimdir, bir kamu hizmetidir.
Gelelim başarı kriterinin tanımlanması daha sorunlu gibi gözüken dış politika kamu hizmetine ve bu hizmetin başarısının ölçülmesine.
Başarılı bir dış politika derken aklımıza mutlaka etik değerler ya da daha realist değerlendirmeler gelebilir ama sonuç değişmez, başarılı bir dış politika, yöntem olarak neyi benimserseniz benimseyin, orta ve uzun vadede kişi başına düşen geliri yükseltmeye hizmet eden dış politikadır, gerisi boş laftır.
Dış politikada çok başarılı olduk ama orta ya da uzun vadede bu başarı kişi başına gelire yansımadı demek saçmalamakla eşdeğerdir.
Hep söyleyegeldim, büyükelçilerin temel performans ölçütü, görev yaptıkları ülkelerde, görevleri süresince Türkiye’nin bu ülkeye olan ihracatının artışı ve bu ülkeden bize çekilen yatırımdır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh”, “komşularla sıfır sorun politikası”, “ilkeli dış politika”, “gerçekçi dış politika” gibi sloganlar orta ve uzun vadede kişi başına geliri yükselttikleri ölçüde başarılıdırlar.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” sloganı ile özetlenen ve çok uzun seneler hakim nitelikte olan dış politika Türkiye’yi kişi başına gelirde, doğrudan yabancı sermaye yatırımı girişlerinde, ihracatta bir yere getirmemiştir, benim ölçütlerime göre de başarısızdır.
2002-2007 dönemi temel hedef olarak AB tam üyeliğini alan dış politika başarılıdır, kişi başına geliri on bin doların üzerine, doğrudan yabancı sermaye girişini senede yirmi iki milyar dolara, ihracatı ayda on milyar doların çok üzerine taşımıştır.
AB’yi temel hedef olmaktan uzaklaştıran dış politika şayet doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını senede yirmi milyar doların altına çekmiş ise başarısızdır.
Ben, somut büyüklüklerle test edilebilen başarı kriterlerini daha çok severim, hamasetle test edilenleri değil; en çok da dış politikada zira bu alan somut, ölçülebilir başarı kriterinin pek uğramadığı bir alandır bugüne dek.