Sözümona profesyonel olacağım ama Pazartesi sabahı ömrümde ilk defâ olarak bir sütun yazısı okurken ağlamak geldi içimden.
Hıncal’ın “Sabah”daki “Bir Köpeğin Ölümü” başlıklı yazısı bana öylesine dokundu işte.
Nedendir bilmiyorum ama aylardır içimi karartan bir korkunun etkisi bu; benim Köpek Kızım Ayla ölürse, daha doğrusu ölünce ne halt edeceğim?
Oysa Ayla henüz beş yaşında ve normal olarak daha en az altı/yedi yıl ömrü var. Mûtad sabah gezintilerimizde ok gibi fırlayıp alçak uçan kuşları kovalamasını görenler çıplak gözle izlemekde zorluk çekerler. Yâni ölümünü düşünmem marazî bir durum aslında.
Kaldı ki içimden gelen ve öteden beri zıddıma gitmeyi varlığına tek amaç bellemiş olan o mâhut ses de yine müdâhale ediyor:
“Ulan Hıyar, yetmiş dört yaşındasın! Daha o kadar sene yaşayacağına garanti mi aldın?”
Tabii ki hayır! Zâten o sese oldum olası ısınamamışımdır; şimdi daha da bir sevimsiz geldi.
Aslında Köpek Kızım Ayla beni yolcu edecek ağleb-i ihtimâl.
Ve yaşıtı Kedi Kızım Cin... Nâm-ı dîger İrigöz!
Annette’e, cenâze törenimde onların da behemehâl bulunmalarını istediğimi söylemem lâzım.
Hazır açılmışken şuna da değinmezsem içimde ukde kalır:
Filozof Konfüçyus (M.Ö. 551-479) der ki bir halkın medeniyet seviyesini anlamak için dinlediği müziğe kulak verin!
Ne kadar doğru bir tesbit!
Bence aynı derecede isâbet vâdeden bir başka yöntem de şu olabilir:
Bir halkın medeniyet seviyesini anlamak için hayvanlara nasıl muâmele etdiğine bakın!
Bilâhare bu iki kıstâsa dayanarak Halkımızın medeniyet seviyesine paha biçin!
Meselâ Taksim’de insanların yanısıra sokak köpeklerine nasıl muâmele edildiğini gösteren videolara bir göz atın!
Onu aklınızda tutarak yine meselâ TEK BİR ÖRNEK OLARAK TUZLA TEPEÖREN HAYVAN REHABİLİTASYON (sevsinler!) MERKEZİ’nin içler acısı hâlini bir zahmet bizzat görün ve ondan sonra Türk Halkı’nın medeniyet seviyesine dâir nihâî karârınızı verin!
Ama vardığınız sonucu sakın kimseye söylemeyin!
Nenize lâzım, yerin kulağı vardır!
Sonra belki millî değerlerimize alenen hakâretden onüç ondört ay hapse mapse atılırsınız...
***
Kısaca Lord Acton (1834-1902) diye anılan önemli bir İngiliz düşünürü var; John Emerich (tek M ile!) Edward Dalberg-Acton...
Çok bilinen sözlerinden biri şöyle:
“İktidar irtikâba mütemâyildir.”
Yâni yolsuzluk, rüşvet gibi kötü işlere... “Daha fazla iktidar ise daha fazla irtikâba” diye de devâm ediyor Lordumuz.
Bu bağlamda şâyet iktidarda değilseniz, başka bir deyişle eliniz altın dolu küplere uzanacak mesâfede değilse, karakterinizin bozulması ihtimâli de pek kimsenin umurunda değildir. Bozuk olsa kaç yazar, düzgün olsa kaç yazar?
İktidarda tedrîcen bozulma ihtimâli güçlü parti, dolayısıyla şahıslar içinse bir dizi kontrol mekanizması düşünülmüşdür.
İşte demokrasi, bu mekanizmaların en etkin biçimde işleyebildiği sistemdir ve bu sebebden DE beşeriyetin şimdiye kadar geliştirebildiği EN İYİ yönetim şeklidir!
Tabii bu kontrol mekanizmaları sâdece çalıp çırpma mekanizmaları için değil her türlü “görev sûiistîmâli” için de vardır.
Meselâ polisin bir yerde “orantısız güç” kullanıp kullanmadığını bir dikta rejiminde denetlemeniz imkânsızdır ama Türkiye bir demokrasi olduğuna göre Taksim’deki olaylar sırasında polisin gayrımeşrû davranışları olup olmadığı nisbeten kolayca saptanabilir.
Yeter ki işin peşi bırakılmasın!
Bu arada sırf üst kademeden AK Partili yöneticilerle yetinilmeyerek, polis örgütü içinde kasden aşırı şiddet yoluyla AK Parti iktidârını bütünüyle tartışma konusu hâline getirmek isteyenlerin olup olmadığı da belki incelemelerin kapsamı içine alınabilir.
Suçlu kim?
Basîret mi, fazîlet mi?