"İstanbul nimet nimet" dedi mi? Dedi...
Verdiği Vaatler için "Unuttum" dedi mi? Dedi...
"Tatil bana yakışıyor" dedi mi? Dedi.
Hadi itiraf edin hepiniz İmamoğlu'nu kıskanıyorsunuz.
Yok efendim "Saraçhane Medyası"nı da peşine takmış 22 milyonluk Roma turu yapmış, Yok efendim maç izlemeye Bodrum'daki tatiline mola verip özel uçuk tutup, Berlin'e gitmiş."
Yok efendim "Paris'te after partilerde eğlenip, CHP'lilerle güzel para eziyormuş"
Yani siz eğlenmeyi bilmiyorsunuz, gece gündüz şantiye geziyorsunuz diye CHP'liler de sizin gibi olmak zorunda mı?
Sanki İmamoğlu hem yurt içinde hem yurt dışında tur üstüne tur atıyor. Kent kent ülke ülke geziyorken, İstanbul'u ihmal ediyor!
Yani üstün yetenekleri ve ekibiyle yarı zamanlı başkanlık sistemini İstanbul'a kazandırmış bir lideri kıskandığınızı itiraf edemiyorsunuz da
karalıyorsunuz.
Çıkıp "bas bas paraları Leyla'ya" temalı sosyal medya mesajlarıyla CHP'lileri taşlıyorsunuz. Yapmayın lütfen.
Artık bu siyaset anlayışını değiştirmenin zamanı gelmedi mi?
Seçimde İmamoğlu'nun rakibi olan Çevre Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, kaybettiği halde çıkmış bu yaz sıcağında depremin vurduğu kentleri tek tek dolaşıyor.
Şantiye şantiye geziyor.
Kalıcı konutların hızla bitirilmesi için ter döküyor.
Daha geçen gün Bağcılar'da kentsel dönüşüm ve millet bahçesi töreninde çıkmış,
"Seçimi kazansak da kaybetsek de sözümüzü tutacağız dedik. Bizim için aslolan İstanbullulardır... Yarısı bizden kampanyamızı başlatmıştık. Bu kampanya dahilinde 2 buçuk ayda 1 milyon 225 bin konutu ve bu konuta ilişkin başvuruları aldık. Yarısı bizden kampanyasını sürekli hale getirdik" diye konuşuyor.
Konuşuyor da kime konuşuyor...
Zira karşımızda AK Partili Şebnem Bursalı'nın cebinden ailesinin yanına gittiği tatilde, paylaştığı bir ıstakoz fotoğrafı üstünden günlerce linç eden bir kitle var. Aynı kitle CHP'li olunca "az önce şu tabakta çeyrek porsiyon domuz vardı" diyeni alkışlıyor. Roma, Berlin, Paris'te gezen, paraları ezen İmamoğlu'nu "başkanıma yakışıyor" anlayışıyla savunmaya çalışıyor. Yani sözün özü Saraçhane Medyası'nın kalemşorlarıyla mücadele etmek de onların etkilediği kitleyi ikna etmek de zor...
Ne diyelim Allah sonumuzu hayretsin. Sonuçta takdir milletin...
Az kalsın unutuyordum.
Bu da Paris'teki Kent Lokantası...
Maşallah CHP'lilerin masasında bir kuş sütü eksik.
***BALİ KARALAMASI ÜSTÜNE DÜŞÜNMEK
İnsan hafızası unutkanlığıyla ünlü...
Salgın günlerinde Türkiye 159 ülkeden yüz bine yakın vatandaşını uçaklarla taşımış, hatta Avrupa ülkeleri Türkiye'den hava köprüsü için yardım talebinde bulunmuştu. Hava ambulanslar helikopterlerle yapılan hasta sevkiyatları rutin haberler olmuştu.
Bu süreç ihtiyaç halinde halen de devam ediyor.
Türkiye kimi zaman bir bebek için, kimi zaman yurt dışında tedavi imkanı yok diye ölüme terk edilen vatandaşları için bu hava ambulanslarını kullanıyor...
Peki ben bunları niye hatırlatıyorum.
Endonezya Bali'ye tatile giden gençlerin geçirdiği scooter kazasını fırsat bilenler yine Türkiye'yi karalama yarışına girdi. Zira turizm sigortası yaptırmamışlardı. Gerçi turizm sigortası da zaten 30 bin dolara kadar masrafları karşılarken Türkiye'de bedava olan sağlık hizmeti için Bali'de 100 bin dolar fatura çıkarılmıştı. Yani tatilci gençler zordaydı...
Bunun ardından, "Gençler kaderine terk edildi. Koskoca ülke Endonezya'dan bir yaralıyı bile getiremiyor" söylemleri aldı başını gitti. Bu söylemi köpürtenlerin başında Instagram'a erişim yasağı geldiği için duygusal yara alan, finans kaynakları zayıflayan Gazeteci Cüneyt Özdemir geliyordu. İşin sonunda da ambulans uçak dışında alternatif seçenek yok denilen gencin tarifeli seferle İmamoğlu'nun aldığı biletle Türkiye'ye döneceği açıklandı. Özdemir, Roma'da, Berlin'de Paris'te paraları ezen İmamoğlu'nu bir uçak biletiyle kahraman ilan etti. Sağlık Bakanlığı'nı "yazıklar olsun" diyerek yaftaladı.
Oysa kaza sonrası hastanede yaşananları duyuran tatilci gruptaki Bilge Kağan'ın yaptığı paylaşımdan anlıyoruz ki; Türkiye'nin Endonezya Büyükelçisi Talip Küçükcan ve ekibi bizzat telefona arayıp, ilgilenmiş, aynı anda Sağlık Bakanlığı Hava Operasyonları Genel Müdürlüğü hastanın durumu için raporların incelenmesi sürecini başlatmış. Ancak bu süreç devam ederken İmamoğlu gençlere uçak bileti göndererek bir anda öne geçivermiş...
Takdir sizin... Yani binlerce kişiyi yurt dışından getiren Türkiye elbette o genci de ambulans uçakla Türkiye'ye getirebilirdi. Ama mesele bu değil, mesele Türkiye'de bir grubun bulduğu her fırsatta tek bir yapıcı eleştiri getirmeden, ülkesini karalaması, küçük görmesi, tenkit etmesi...
Ve son bir not... Rencide olmaması için ismini vermeyeceğim ama gruptaki tatilci gençlerden birinin "Beni bu ülkeden kurtarın, Gelişmiş ülkeler size sesleniyorum beni alın" diye attığı mesajlar bu karalama zihniyetinin de bir yansıması... Yani çocuklarımızı bu saldırgan dil yaralıyor, zihinlerini kirletiyor.
Unutmayın bizim bir tane ülkemiz var.
İyisiyle kötüsüyle ona sahip çıkmak, düzeltmeye çalışmak, daha iyi bir ülke için mücadele etmek hepimizin görevi; yerden yere vurmakla bir yere varamıyoruz. Zira başımız dara düştüğünde dönüp dolaşıp geldiğimiz yer yine vatanımız oluyor.
Geçmişte bunun sayısız örneğini gördük.
Ama başta da dediğim gibi yaşadıklarımızı çok çabuk unutuyoruz...
***"SESSİZCE ÖL LÜTFEN"
"Merhaba ben Siyonizm. Bu mesajı aldıysan şaşırtıcı bir şekilde hala yaşıyorsun demektir. Seni sebepsiz tutuklayabiliriz. Cezaevinde tecavüz edebiliriz. Çocuklarını kaçırıp organlarını çalabiliriz. Evini, tarlanı elinden alıp Yahudi işgalcilere tahsis edebiliriz. Senin yapman gereken tek bir şey var; sesini çıkarmadan ölmek."
"Sesini çıkarırsan seni antisemitik yani Yahudi düşmanı, terör örgütü ilan ederiz. Üstelik tüm dünya da peşimizden gelir. Eğer peşimizden gelmeyip 'Hamas Kuvayimilliyedir' diyen çıkarsa onu da 'sonun Saddam Hüseyin gibi olur' diye tehdit edebiliriz"
Yazdıklarım sanki kötü bir şaka gibi ama hepsi gerçek...
Gazze'de Han Yunus'ta soykırımdan kaçmaya çalışan insanların videosunu gördüğümde içimde bir şeyler bir kez daha kırıldı, parçalandı.
Aylardır ellerinde birkaç parça eşya bir noktadan, başka bir noktaya yürüyorlar. Kaçacak hiçbir yer yok aslında.
Gazzeliler İsrail'in soykırımından kaçmaya çalışıyor.
Ama her yer korkunç tuzaklarla dolu.
Ölümcül saldırıların hedefi halindeler.
Ve sözde Batı medeniyeti onlardan sessizce ölmesini bekliyor.
Bu bir bir korku, savaş filmi senaryosu olsa yapımcılar bu kadarı olmaz derlerdi... Ama oluyor işte... Üstelik hapishanede esirlerin mabadına sopa, telefon sokarak tecavüz edenler İsrail Televizyonu'nda ekrana çıkarılıyor. Alkışlanıyor.
Tecavüzün sistemli bir devlet politikası olması gerektiği savunuluyor.
İnsan sormadan edemiyor.
Bunlar nasıl insanlar?
Öte yandan Gazze'ye bakıyorsunuz. 300 gün geride kaldı.
İnsanlar açlık, susuzluk çekiyor. Ne bir yağma görüntüsü var, ne de hırsızlık yapanlar. Bir şekilde dayanışma içinde Allah'a sığınmış, tevekkül etmiş direnmeye çalışıyorlar. Ben bu satırları yazarken İsrail tonluk bombalarla okul katliamı yapmıştı. 100 Gazzeli daha şehit oldu.
Rabbim yar ve yardımcıları olsun. Unutmayın çocuklar uyurken susulur, ölürken değil.