Barzani’nin AK Parti Kongresi için Türkiye’ye gelmiş olması, bazı çevrelerde tartışma yarattı. Bu ziyaretten hiç haz etmeyen milliyetçi kesimler, iktidarı eleştirmek için Başbakan’ın düşmanla işbirliği yaptığını ima eden açıklamalarda bulundular.
Barzani ile Türkiye’nin bu dönemde düşmanlık değil dostluk ilişkisi sürdürdüklerini hatırlatmak lazım. Diyelim ki Barzani güvenilmez bir ‘dost’, diyelim ki PKK’nın arkasındaki destekçilerden birisi de o. Böyle bile olsa, ki uyguladığı politika tem tersi, kanın durması için gereken diyaloga açık olan birisi. Dolayısıyla Barzani ile yan yana durmak, PKK’nın Irak Kürdistan’ından yardım ummasının mümkün olmadığını bile göstermeye yetebilir. Ayrıca modern diplomasi, sadece dostlarla ilişki sürdürmeyi öngörmez, önemli olan dost olmayanlarla ilişki sürdürmeyi becerebilmek.
Hükümetin Suriye krizi sırasında, üstelik Irak yönetimiyle de arası gerginken bir de Barzani ile PKK nedeniyle arası açılsaydı, muhtemelen iki cephede savaşmak zorunda kalırdı. Zira PKK’nın ısrarla Türkiye’yi Suriye’ye sokmaya çalıştığı söylenebilir. Benzer bir durum Irak’ta da olabilirdi; Bağdat yönetimi bunu zorlayacak bir hazırlık içinde, ama Barzani Türkiye ile birlikte direniyor.
Hükümeti eleştirmekle Türkiye’yi daha fazla riske sokacak önerilerde bulunmak aynı şey olmayabilir.
‘Batı’ meselesi
Barzani ziyaretini eleştiren diğer kesim ise kendilerini milliyetçi olarak tanımlamayan, daha çok ana muhalefet partisi çizgisine yakın durduğunu ima eden kesim.
Bu çevreden gelen eleştiriler ise Başbakan’ın ve hükümetin başka bir ‘düşman’ ile işbirliği yaptığı iddiasına dayanıyor. Barzani’nin, ABD’nin Irak işgaliyle siyasal bir figür haline geldiği ileri sürülüyor, kısacası Barzani ABD’nin adamı olarak tanımlanıyor. ABD’nin bölgedeki adamlarından biriyle olan yakınlaşma ise Türkiye’nin de ABD’nin ‘adamı’ olduğu iddiasına dayanıyor. Zamanında Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirenlerle şimdi işbirliği yapıldığı hatırlatılıyor.
ABD başta olmak üzere batılı ülkelere şüpheyle yaklaşan bakış açıları, her durumda Türkiye’nin bu ülkeler tarafından kullanıldığını ifade ederler. Bu durumda üzeri kapalı çözüm önerisi, kendisini kullandırmamak için ilişkileri kopartmak olabilir.
Ancak bu durumda başka bir sorunla karşılaşmak da mümkün olabilir, zira kendini kullandırtmamak için batı ile ilişkileri bozan bir Türkiye’nin savrulma ihtimali olan Doğu da bu çevreler açısından makbul bulunmaz.
Hedef daha büyük
Seçim ve oy kaygısı, eleştirilerin neden yapıldığını anlamayı olanaklı kılar. Ancak Türkiye Ortadoğu’daki gelişmeler ve AB’nin ekonomik krizi nedeniyle dar bir koridordan geçiyor. Hassas dengeleri korumak için herkesle, her devletle, her siyasi otoriteyle görüşülüyor; sadece bazıları vitrine taşınıyor.
Türkiye’nin içinde olduğu ittifaklar, yapılmış anlaşmaları var, gayet tabi bunlara uymak tüm ittifak üyelerinin görevi. Ayrıca Türkiye uluslararası kuruluşlarda daha fazla temsil edilme arzusunda ve kendisini destekleyecek büyük güçlerle ve yerel unsurlarla ilişkilerini sağlam tutmak zorunda. IMF, Dünya Bankası, BM gibi evrensel ya da bölgesel çok uluslu kuruluşlarda Türkiye’nin yüksek pozisyonlar kazanması ya da karar alıcı ekiplerde yer alması Türkiye’de kimi rahatsız eder, orası belli değil.
Uluslararası kuruluşlardaki yüksek temsil, başka ülkeleri ya da yöneticilerini düşman ilan ederek sağlanamaz. Geçmişin yaraları varsa bile, onlar da ancak barış ve işbirliği ile sarılabilir.