Türkiye’nin Barzani’ye bakışında hep zikzaklar olageldi. Çünkü aradaki ilişkileri uluslararası konjonktürün sürekli değişip duran dengeleri belirliyor. Bu dengeler bir taraftan bölge ülkelerinin kendi aralarındaki ve Kürt örgütleriyle olan ilişkilerinin şartlara bağlı olarak değişmesiyle bir taraftan da Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilerde yaşanan gelgitlerle ilgili oluyor. Çünkü Kürtler yalnızca vatandaşı oldukları -veya Kürt vatandaşları bulunan- devletlerle siyasal hak talepleri zemininde mücadele etmiyorlar, kendi içlerinde de bir iktidar mücadelesi veriyorlar.
Dolayısıyla Irak ve Suriye arasındaki veya İran’la Türkiye arasındaki siyasi çekişmelerde Kürtler daima bir oyuncu olarak sahnede olageldiler. Bu çerçevede hem Talabani hem de Barzani kimi zaman Türkiye’nin çıkarlarına hizmet eden, kimi zaman ise canımızı sıkan pozisyonlarda karşımıza çıktılar.
Bugün ise “Irak Kürdistanı”nın en güçlü figürü olan Mesut Barzani’nin -analistlere göre Başbakan Erdoğan’ın beklenmedik bir siyasi hamlesi olan davetine icabet ederek- Diyarbakır’ı ziyaret edecek olmasından en fazla PKK-BDP çizgisi rahatsız.
Akla yatkın bir teoriye göre, Abdullah Öcalan ve örgütü 1970’li yıllarda aslında Türk derin devletinin inisiyatifiyle Barzani’nin bölgedeki Kürtler üzerindeki etkinliğini kırmak amacıyla ortaya çıkarılmıştı. Şimdi Öcalan’ın kurmuş olduğu yapıyı çözmek için Barzani’ye müracaat edilmesi ilginç tabii. Ama bu ilk defa olmuyor. PKK saldırılarının tırmanışa geçtiği 1990’larda Barzani ile Talabani’ye Türk pasaportu bile çıkartılmıştı. Daha sonra köprülerin altından başka sular aktı; Barzani ve Talabani bazen birlikte bazen ayrı ayrı ve bazen birbirleriyle de çatışarak Öcalan’la geçici ittifaklar kurmaktan geri durmadılar.
Bugünkü konjonktürde ise Barzani Türkiye’ye muhtaç durumda. Çünkü merkezi yönetim karşısında hem özerkliğini korumak hem de topraklarından çıkan petrolü istediği şartlarda satabilmek için himayesine sığınabileceği başka bir bölge gücü yok yanında yöresinde. Uzaktaki büyük güçlerin himayesi bu noktada yetersiz kalıyor çünkü.
Diğer yandan Türkiye’nin de Barzani ile iyi ilişkileri içinde olması kendi çıkarına. Hem bölgenin petrol gelirinden Türk ekonomisinin de pay alması hem de PKK’nın nüfuzunu sınırlayacak bir Kürt otoritesinin mevcudiyeti Ankara’nın bölge siyaseti açısından önem taşıyor.
Ne var ki Barzani’nin ziyaretini sadece Türkiye’nin iç politikası bağlamında değerlendirmek çok eksik bir yaklaşım. Bir defa bu girişimin zamanlamasına iyi bakmak lazım. Suriye’de işlerin karıştığı, bu hengâmede PKK çizgisindeki PYD’nin Rojava yani Batı Kürdistan dedikleri bölgede “geçici” Kürt özerk yönetiminin kuruluşunu ilan ettiği bir süreçten bahsediyoruz... Irak Kürdistan’ında bir özerk yönetimi asırlık bir mücadele sonucunda hayata geçirmiş olan Barzani’nin Suriye’de bir Kürt özerk yönetiminin ortaya çıkmasını veya hiç değilse bunun PKK kontrolünde olmasını kendi iktidarı bakımından ciddi bir tehdit olarak göreceğini düşünmek gerekiyor. Ankara da PKK’nın bölgesel nüfuzunu ve uluslararası gücünü artıracak böyle bir girişime izin vermeye istekli değil.
Zamanlama demişken, elbette Türkiye’nin uzun zamandır problemli olduğu Irak merkezi yönetimiyle arasındaki buzları eritmeye giriştiği dönemde bu soğukluğun gerekçelerinden birini oluşturan bölgesel yönetimin liderini Diyarbakır’da ağırlaması da üzerinde çalışılan projenin oldukça geniş ölçekli olduğunu gösteriyor. Yani Ankara hem Barzani ile ilişkilerini stratejik bir zeminde güçlendirmeyi hem de Barzani’nin Irak merkezi yönetimiyle arasındaki sorunları da çözerek bir yandan bölgesel gerilimleri düşürmeyi, öbür yandan kendi içindeki Kürt meselesini çözüm çizgisine oturtmayı ve son dönemde Öcalan’ın su koyuvermesiyle alarm işaretleri vermeye başlayan barış sürecini hal yoluna koymayı hedefliyor.
Çok önemli ve çok boyutlu bir stratejik hamle gerçekten bu. Uluslararası konjonktürün ortaya çıkardığı fırsatları değerlendirmeyi esas alan realist bir adım. Umulur ki başarıyla sonuçlansın.