Türkiye’de Anayasa Mahkemesi dahil pek çok kamu kurumu, teşkil edilme amacı itibariyle siyasi iktidarın şerikleri olarak iş görmüştür.
Bürokratik vesayetin sivil görünümlü ayakları, milli iradenin boyun bağı olmuşlardır.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek odaları da her daim bu misyonla hareket etmiş, zorunlu üyelik gerektiren bu odalar üyelerinin mesleki sorunları, özlük hakları, ruhsatlandırma ya da disiplin işleri gibi asli vazifeleriyle ilgilenmek yerine belli bir kesimin ideolojik mevzisi olmuş ve üyelerinin çeşitliliğini gözardı ederek hepsi adına dar bir gurubun marjinal görüşlerini açıklamaktan ve siyasete parmak sallamaktan geri durmamıştır.
Son olarak Ankara Barosu, eşcinselliğin günah olduğunu söyleyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a “Çağlar öncesinden gelen ses” diyerek İslam inancına mensup herkesi tahkir eden bir açıklama yapmıştır.
Mevcut yasa gereği Ankara Barosuna kayıtlı avukatların acaba ne kadarının görüşünü yansıtmaktadır bu açıklama?
Keza, İstanbul Barosu, savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden DHKPC’li Şafak Yayla için konser veren ve bu yüzden yasaklanan Grup Yorum ve ölüm orucunda hayatının kaybeden bir örgüt üyesi için “Sadece Türkülerinin söylemek istiyordu, öldürdüler” açıklaması yapabilmiştir.
İstanbul Barosuna kayıtlı 47 bin avukattan kaçı bu açıklamadan memnun oldu?
İstanbul Barosu’nun kapısına, “Başörtülüler giremez” yazısının asıldığı günler de çok eski değil.
Ama artık Atatürkçülük maskesinin her şeyi örttüğü dönemler geride kaldı.
Şu kesin; terör örgütlerine dahi destek açıklamaları yapabilen örgütlü bir azınlığın barolardaki hegemonyasına son vermek adına seçim sistemini demokratikleştirecek ve temsili çoğulculaştıracak bir yasal değişiklik elzem.
***Bunu gerçekleştirmenin farklı yolları olabilir; Meclis’te AK Parti ve MHP’nin üzerinde çalıştığı tasarı çoklu baro sistemini esas alıyor. Pekala mümkün. Baroların teşkili, bizdeki idari bölünme biçiminden kaynaklı olarak il bazlı. Ama bu değiştirilemez bir ilke değil. Nitekim 30 üyenin altında olan Bayburt ve Gümüşhane illerindeki avukatlar tek baroya bağlı. Bu demektir ki kalabalık illerde de birden fazla baro olabilir.
Nitekim İstanbul Barosu 47 bin üye ile dünyanın en büyük barosu.
***Üyeliğin ve aidatın zorunlu olduğu bir yapıda çeşitliliği sağlayamıyorsanız orada demokrasi değil grup hegemonyası var demektir.
Ya seçim sistemini değiştireceksiniz ve baro yönetim organlarının teşekkülünde daha demokratik bir temsil sistemi getireceksiniz ya da avukatlar için baro seçme şansı sunacaksınız yani çoklu baro sistemine geçeceksiniz.
Beğenmeyen kendi önerisini de sunabilir, ya da bu öneri üzerinden değişiklik teklif edebilir.
***Amacı kavga etmek olan, sokaktan medet umanlar ise işi hemen eyleme döktü.
40-50 kişinin Anıtkabir’e yürüyerek arkaik bir eylem yapmalarını engellemek yerine güvenli şekilde intikallerini sağlamak ve ayinlerini izlemek daha doğru olurdu bana kalsa. Tersi oldu; böylece eylemciler hem istedikleri arbede görüntüsünü verdi hem de ‘Ata’nın huzuruna çıkarak şikayet arzetti…
Oysa söz konusu değişiklik için Türkiye’nin lehine yapıcı bir tutum alınabilirdi.
Nitekim bakanlık, tüm baroları davet ederek görüş sordu. İstanbul ve Ankara Barosu dışındakiler bu görüşmelere katıldı.
Hakeza Barolar Birliği de tüm partilerle görüşmeler yaptı.
Ak Parti Grup Başkan Vekilleri tüm siyasi partilerin başkan vekilleriyle görüştü. Bu işin daha komisyon safahati var.
Amaç üzüm yemek olsa tüm bu süreçler son derece etkili bir şekilde kullanılabilir ve Türkiye’ye yakışır, avukatlık mesleğinin onurunu yükseltecek şekilde yeni bir yasa yapılabilir.
Fakat ne yazık ki bizde işler böyle yürümüyor.
Çünkü Türkiye’nin muhalefet partileri yok, Türkiye’ye muhalif partilerimiz var.