Çatışma dönemlerinin dinamikleri daha belirgindir ve bu anlamda yönetilmesi sanıldığından daha kolaydır. Söylemler ve aktörler nettir, çatışmanın getirdiği yüksek tansiyon, ayrıntıları ortadan kaldırır ve çoğunluk dönemin ruhuna uygun biçimde saflaşmayı tercih eder.
İşte tam da bu nedenlerle barış ya da barışa giden süreçleri yönetmek çok daha karmaşık ve zordur. Gerginliğin yüksek olduğu çatışma dönemlerinde, eğer süreci yöneten aktörler ‘Gün gelir de barışı konuşmak gerekirse ne yapabiliriz’ düşüncesiyle hareket ederse, o zaman işler bir parça olsun kolaylaşır.
Türkiye, çok kritik bir sorunu, olabilecek en riskli araçlarla ve yöntemlerle yönetmeye çalışıyor. Bu derece derinlik kazanmış, çok boyutlu ve aktörlü bir sorunu, ancak yüksek risk taşıyan araçlarla yönetmek mümkün olduğu için, bu cesareti gösterenleri kınamak değil, aksine desteklemek gerekiyor.
Terör ve Kürt sorunu parantezinde yaşananlar, herkesin bir şekilde sorunun olduğu kadar çözümün de parçası olduğu bir tabloyu karşımıza çıkarıyor. Asıl sıkıntı, sorunun parçası olarak varlığını devam ettirme ısrarında olanların konumu. Sözgelimi siyasi muhalefetin önemli bir kesimi, sorunun parçası olarak yaşadığı konforu terk edip, çözümün parçası olma riskini göze alamıyor. Alanlara da destek olmak bir yana, bunu bir siyasi istismar konusu yapmaktan çekinmiyor.
***
En sade biçimde ifade edelim. Savaş kolay, barış zordur. Birini yaşarken ötekini hesaba katmayanlar da yenilgiye mahkumdur. Bugün Türkiye’deki siyasi iktidarın en önemli avantajı, çatışma döneminde barışın kodları üzerinde kafa yormuş olması. Sözgelimi bunca yüksek tansiyona rağmen hala bir yeni anayasa çalışmasının ayakta kalması bu çabanın ürünü. Diğer yandan havanın en puslu olduğu dönemde bile barışla ilgili paralel bir takvimin yürütülmesi de böyle bir yaklaşımın sonucu.
Bu tablodaki en büyük açmaz, siyasetin diğer aktörlerinin sürekli bir çatışma halinde olma arzusu. Özellikle muhalefetin bu yöndeki duruşu, adım atmayı hayli zorlaştırıyor.
CHP, zaman zaman yaşanan sürecin Türkiye’nin kader çizgisi olduğunu fark ediyor gibi görünse de, gerek mevcut ideolojik yapısı ve bunu canlı tutmak için kelimenin tam anlamıyla ‘sokak siyaseti’ yapan aktörleriyle, gerekse kararsız liderlik yapısıyla katkı üretemiyor.
Ne söylediğinden çok nerede durduğu ve tabanını nerede tuttuğu önemli olan MHP’nin nasıl bir gelecek tasavvuruyla bu süreci okuduğunu anlamak kolay değil. Kuşkusuz beka ve bölünme endişesi bu okumanın temel kodları olsa gerek. Ancak MHP yönetiminin bundan fazlasını görüp sahaya yansıtması, Türkiye’nin barışa giden yolunun olmazsa olmazı.
Kendi içimizdeki tartışmasız en önemli sorunu, hassas, riskli ve bir o kadar da önemli adımlarla yönetmeye çalışırken, etrafımızda olup biteni de aynı denklemin bir parçası olarak görmek zorundayız. Ne Irak’ta yaşananları, ne de Suriye’deki gelişmeleri bu parantezin dışında görmek mümkün.
Şu haber bu anlamda çok önemli: ‘Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Muaz el-Hatib, Suriye akan kanın durması için mevcut yönetimin temsilcileriyle görüşmeye hazır olduğunu açıkladı.’
Türkiye başından itibaren Suriye konusunda zor, ama doğru olan yerde durdu. Yukarıda aktardığım açıklamayı yapan ismin, koalisyonun başına geçmesinde Ankara’nın birinci dereceden rolü oldu. Dolayısıyla yapılan bu açıklamayı da Türkiye’den bağımsız okumak mümkün değil.
Türkiye kendi içinde ve etrafında kritik eşiklerden geçiyor ve en zor olanı, yani barışı yönetme konusunda da büyük sorumluluğu var.