İmralı ile başlayan süreç genişleyerek devam ediyor. Ufak tefek sabotaj girişimleri ve hatalar hafif yaralarla atlatıldı. Hatta sabotaj girişimleri süreci bir yönüyle güçlendirdi bile denebilir. Kaçırılan kamu görevlilerinin serbest kalmaları sürece dönük umutları arttırdı, kitlelerdeki umutsuzluğu azalttı. Ancak kabul etmek gerekir ki asıl zorlu kısımlar henüz başlamadı. Önümüzde en keskin virajlardan biri duruyor.
PKK’nın ve Avrupa kanadının Öcalan’a gönderdiği mektuplarda çeşitli çekincelerin ve kaygıların olduğu söyleniyor. Kandil, Öcalan’ın liderliğine toz kondurmayan açıklamalar yapıyor, ancak geçmişte olduğu gibi son dakikada yan çizmesi de her an mümkün.
Eğer PKK sürecin devamını KCK davalarına bağlarsa, “biz elimizdeki rehineleri bıraktık, siz de KCK tutukluluklarını salıverin” türü şartlar ileri sürerse süreç en çetin sınavlarından birine girmiş olur. Nitekim Murat Karayılan“KCK davaları hükmen düşmezse, çözüm süreci ilerlemez” demeye başladı bile. PKK, şunu bilmelidir ki devletin elinde rehine yoktur. Devletler terör örgütleri gibi yönetilemezler. Ayrıca meşru hükümetler de terör örgütleri gibi kamuoyunu görmezden gelerek karar alamazlar. Bu bağlamda barış süreci kamuoyu desteğini azaltacak ve gerilimi arttıracak şartlara bağlanmamalıdır. Sürecin sonuna doğru gerçekleşmesinde sıkıntı olmayacak kazanımlar yolun daha başında beklenmemelidir. Başka bir deyişle sabır başarının kilididir.
İkinci olarak süreci bekleyen en büyük tehlikelerden biri de BDP kanadının tribünlere oynayan, coşkulu ama bir o kadar da kışkırtıcı açıklamalarıdır. Kendince süreci yönetmek ve kârı en üst düzeye çıkarmak için Öcalan’ın serbest bırakılması veya Kürtlere siyasi bir konum belirlenmesi gibi konularda abartılı açıklamalar yapan Kürtçü siyasiler belki de farkında olmadan süreci sabote etmektedirler. Barış görüşmelerine en büyük sabotajlar korkarım gizli yapılardan değil, belki iyi niyetli ama hoyrat siyasilerden gelecektir. Özetle sürecin başarısı sabır kadar özenli ve yapıcı bir dile de bağlıdır.
Çanakkale: Birleştirici güç
Yarın 18 Mart, Çanakkale Deniz Savaşları’nın 98. Yıldönümü. Bugünlerde belki de en çok Çanakkale’yi, Çanakkale Ruhu’nu anlamaya ihtiyacımız var. Çünkü Çanakkale’de bu ülke en geniş birleştirici paydasını yakaladı. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet bile bizleri Çanakkale Ruhu kadar birleştiremedi, bir ve diri yapamadı.
Çanakkale’de Osmanlı Devleti çok sayıda milletten oluşan bir değil, iki süper gücü birden yenmeyi başardı. Çanakkale kara, hava, deniz ve deniz altı unsurlarının aynı anda kullanıldığı tarihin ilk geniş kapsamlı savaşıdır. Çanakkale’de zamanın en son teknolojileri kullanılmıştır ve dönemin süper güçleri olan İngiltere ve Fransa tüm güçleriyle küçük bir kara parçasına saldırmışlardır. Türkiye bu savaşta aklını ve imanını kullanarak, bir ve birlikte olmanın gücünden yararlanarak dünyanın en büyük deniz güçlerini Boğaz’ın derinliklerine gömmüştür. Elbette zaferin kazanılmasında devletin diğer unsurları gibi Kürtlerin ve Arapların da çok büyük katkıları olmuştur.
2015, Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı. 2023 ise Cumhuriyet’in 100. yılı. Daha önceki yazılarımızda ısrarla belirttiğimiz üzere 2023’e kadar Çanakkale Ruhu’nu Cumhuriyet’in ruhu yapmak zorundayız. Bugün devam eden barış görüşmeleri bu yolda önemli adımlardan biri de olabilir. Eğer Türkler, Kürtler ve Araplar 1915 yılında Çanakkale’de yakalanmış olan o ruhta yeniden birleşebilirlerse işte o zaman bu coğrafyanın yeniden dirilişinden bahsedebiliriz.