1946’da Mardin, Savur’da doğdu.
İlk ve ortaöğrenimini Savur ve Mardin’de tamamladı.
1963’te İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazandı, 1971’de doktor oldu.
1971’in Savur’unda doktorluk yaptı, 2 yıl...
Savurlulara, Mardinlilere sorulsa, bu yeterli bir başarıydı.
Ama ona yetmedi...
1974’te ABD Teksas Üniversitesi’nde doktora fırsatı yakaladı.
O yıllarda devletin yurt dışında eğitime gönderdiği kaç kişi vardı bilmiyorum; herhalde iki elin parmaklarını zor geçerdi.
Kendisi de böyle bir imkan mı buldu, yoksa bütün birikimlerini kullanıp kendi imkanlarıyla mı gitti, onu da bilmiyorum.
Ama 70’lerde bir taşra doktorunun ne kadar birikimi olabileceği hakkında bir tahminde bulunabilirim.
1980 darbesini, 1990’ların terör ortamını uzaktan izledi. Aslında şimdi hakkında okuduklarımıza bakınca ‘izledi’ yerine ‘uzaktan dertlendi’ demek daha doğru.
Türkiye hiç mi farkına varmadı bu bilim adamının.
Vardı.
ABD’de Ulusal Bilimler Akademesi gibi kurumlardan ödül alırken, Türk Bilimler Akademisi’ne de üye oldu, 1995’te TÜBİTAK’tan, 2007’de Vehbi Koç Vakfı’ndan ödüller aldı.
Ödül parasını da ABD’de Türk öğrencilerin kalabileceği bir Türk Evi inşa etmek için kullandı. Açılış için de manidar bir tarih seçti; 19 Mayıs 2008...
Bugün eşi ve kendi adına kurduğu ‘Aziz ve Gwen Sancar Vakfı Türk Evi’ olarak hizmet veren binada 18 öğrenci kalabiliyor, mutfakta Türk kadınlar Türk yemekleri yapıyorlar.
Böyle bir bilim adamından söz ediyoruz.
Profesör Aziz Sancar’dan...
2015 Nobel Kimya Ödülü sahibi.
Ama anlaşılan İngiliz resmi yayın kuruluşu BBC, bu parlak geçmişi değil ‘etnik kimliğini’ önemsemiş Sancar’ın. Telefonla ilk röportajı almak için arayan muhabir, “Arap mısınız, kısmen mi Türk’sünüz” diye sormuş. Sancar’ın bunu “saygısızlık yaptılar” diye nitelemesi her şeyden önemli.
Evet saygısızlık.
BBC’ye anlayacağını umduğumuz dilden cevap vermiş: “Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum, ben Türküm dedim. O kadar. Mardin’de doğmuşsam, Cizre’de de doğmuşsam, Kars’ta da doğmuşsam ben Türküm!”
Türkiye’de doktor olmayı 1960’ların eğitim şartlarında başarmış, bununla yetinmemiş, ‘bilimsel’ imkanları sunan ABD’ye gitmeyi de başarmış; ardından bilim adamı olmayı ve bunu Nobel’le taçlandırmayı.
Hayatı boyunca Türkiye’ye sahip çıkmış.
Türkiye de ‘becerebildiği ölçüde’ onu sahiplenmiş.
Türkiye’ye mesajlarını okudum dün bütün gün.
Özetleyeyim;
“Annemin ve babamın okuması yazması yoktu. Ancak eğitimin önemini biliyorlardı ve çocuklarının tümünün eğitim alması için ellerinden geleni yaptılar. Kaynaklarımızın yetersizliğini gayret ve heyecanımız ile kapatıyorduk. Türkiye’de siyasi kararsızlıktan bahsediyorsunuz. Beni çok üzüyor. O bakımdan Türk basınını okumuyorum. Okusam o kadar moralim bozuluyor ki doğru dürüst araştırma yapamıyorum. İnşallah bunu atlatır ve aklıselim bir çözüm bulur. Önemli olan konular üzerinde çalışırız. Önemli olan memleketi kalkındırmak. Milletin eğitim, sağlık ve gelir durumlarını çözmek. Ancak o zaman o seviyede olunca Avrupa ile yarışır bir duruma geliriz. Türkiye’nin Mardin’den Kars’a, Edirne’ye kadar bütün çocuklarımıza bilim alanında eğitim öğretim vermemiz lazım.”
1 Kasım’da bunları önemseyen, bunları öneren kazanacak.
Çünkü Türkiye ancak böyle kazanacak...