14 milyar dolarlık sermaye çıkışının yaşandığı karanlık bir dönemdi 2011 sonu. Sağlık problemleri, MİT soruşturması gibi hassas bir dönemden geçtiğimiz o günlerde bir de fren mi gaz mı tartışması yaşanıyordu.
Oysa;
2013 yılına ise birazcık gaz antlaşması ile giriyoruz.
Evet birazcık gaz verildi. Ve iyi haberler peş peşe gelmeye başladı:
İyi haberlere bakalım:
Bu yılın Ocak-Şubat aylarında geçen yıl -900 milyon TL eksi veren bütçe 4,5 milyar TL fazla verdi. Bütçe fazlası gelirlerdeki artıştan geliyor. Özellikle faizlerdeki düşüş ve akaryakıt vergilerindeki artış bütçe fazlasında çok etkili.
Geçen yıl 14 milyar TL olan faiz gideri bu yıl 10,2 milyara düştü. Ayrıca, geçen yıl 4,6 milyar TL olan akaryakıt özel tüketim vergisi bu yıl 7,2 milyar TL'ye çıktı. Millet çok araba kullandı, çok yakıt harcadı, çok vergi verdi.
Sadece bu iki kalemin bütçeye bu yılki ek katkısı 6,4 milyar TL ediyor.
Bütçe başarısı bununla da bitmiyor. Mesela ithalat vergilerinde de önemli artışlar var. İthal mallardan alınan KDV Şubat ayında yüzde 55 artış gösterdi.
İyi haberler bunlarla da bitmiyor. Mesela Ocak-Şubat dönemi otomotiv sektörüne bakalım;
İç satışlar yüzde 17,3 artıyor.
İhracat ise yüzde 4,7 artıyor.
İthalat artışı yüzde 29,6'ya ulaşıyor.
Ve
Üretim -0,9 düşüyor.
İhracatı artan, iç satışları artan, piyasası canlı olduğu için bütçesi açık vermeyen Türkiye'nin sadece üretimi düşüyor.
Tabii buna bağlı olarak istihdamı gerileyen; işsizliği artan bir Türkiye karşımıza çıkıyor. Geçen yıl imalat sanayinde çalışan sayımız 4 milyon 235 bin kişiden 3 milyon 949 bin kişiye gerilemiş.
Sanayi sektöründe işini kaybedenlerin sayısı 286 bin kişi.
Ama;
geçen yıl Türkiye'nin mali kuruluşlarında ise çalışan sayısı 170 bin kişi artış göstermiş.
Mali sektörün baş aktörü bankalara baktığımızda bu tablo hiç şaşırtıcı olmasa gerek. Bankalar geçen yıl kârlarını 19 milyar 884 milyon TL'den 23 milyar 524 milyon TL'ye yükseltiyor.
İşin özeti kısaca şu ki; fren etkisi sanayi sektörünü alabora ederken bankaları beslemeye devam etmiş.
Bu göstergelerin bir başka özeti ise kısaca şudur: Türkiye artık üretimden beslenen büyüme gücünü tüketimden beslenir hale dönüştürmüş.
Devletin bütçesine baktığımızda da bu tablonun risklerini görebiliyoruz. Devletin GSMH'dan aldığı gelir oranı yüzde 22 seviyelerinden yeniden yüzde 23'ün üzerine çıkmıştır. Muhtemelen 2012 yılı devletin gelirleri GSMH'nın yüzde 23,3'ü ile son yılların rekorunu kıracaktır.
(Tahmini 2012 GSMH 1 trilyon 425 milyar TL; Ve 2012 bütçe gelirleri 331,7 milyar TL)
Bu oran neden önemlidir:
1-Devlet toplayabileceği gelirin üst sınırlarına ulaşmış ama giderlerini kısmadığı için hala bütçe hassas noktalardadır.
2-Devlet gelir sınırına ulaşırken herhangi bir kriz etkisi ile oluşacak vergi gelir kaybında esnekliğini kaybederek büyük açıklar verebilir duruma gelmektedir.
Küresel buhranın devletlere karşı en büyük yıkıcı etkisinin gelir kayıplarının telafi edilememesi olduğunu biliyoruz.
Geçen haftaki verileri toplayarak bütünleştirelim:
Türkiye siyasette temellerini ne kadar sağlamlaştırıyorsa ekonomide gittikçe finansallaşan yapı kısa vadeli bahar etkilerine rağmen uzun vadede sürdürülebilirliği zorlamaktadır.
Oysa güçlü siyasal liderliğin getirdiği büyük paraların yeniden üretim süreçleri ile kalkınma ve adalete harcanması siyasal derinliği de besleyecektir.
Aksi halde bankalara verilen onca emek, refah artışından ziyade şikayet artışından başka bir şey getirmemektedir.