Balyoz Davası’nda çıkan kararlar, belli kesimlerde kelimenin tam anlamıyla şok etkisi yarattı. Sanki daha yumuşak geçiş olacak ve kritik dava süreçleri eriyip gidecek beklentisi içinde olanlar, derin bir hayal kırıklığı yaşadılar.
Bunun birkaç nedeni var.
İlki, belli bir kesimin uzun süredir devam ettirdiği propaganda. ‘Özel yetkili mahkemeler kalktı, şike davasında şu oldu, öbür tarafta gizli pazarlıklar yürüyor. Hükümet derin odaklarla el sıkıştı’ şeklinde özetlenebilecek bu kampanyanın, kamuoyunda belli bir karşılık oluşturduğu açık.
Değişim sürecini kendisini merkeze alarak okumaya gayret eden herkes ve her kesim yanılmaya mahkum. Çünkü bu talep sanıldığından çok daha güçlü. Milletin derin sağduyusundan beslenen ve parti, grup ya da cemaat beklentilerinin toplamından çok daha güçlü bir değişimden söz ediyoruz.
Galiba malum kampanya, ‘karşı’ tarafı da etkilemiş olmalı ki, mahkeme kararlarıyla ilgili farklı beklentiler oluşmuş.
Balyoz kararlarının ardından ortaya çıkan şaşkınlığın ilk fotoğrafı bu.
***
İkincisi, özellikle Suriye krizi ve içeride terörün tırmanışa geçmesinin ardından, Türkiye’deki değişim taleplerinin kırılacağı, ortaya çıkan yüksek tansiyonun, tekrar ‘statüko’yla uzlaşmayı zorunlu kılacağını düşünenler vardı.
Türkiye’de devlet aklının yeniden inşa edilemeyeceğini, herkesin eninde sonunda dönüp dolaşıp ‘Haklıymışsın Ertuğrul Abi, evimizde oturup kaderimize razı olmalıydık’ diyeceğini bekleyenlerin sesi son zamanlarda hayli yüksek çıkıyordu.
Hepsi boşa çıktı. Bu değişim sadece Türk ordusu üzerinden değil, devlet aklının tüm unsurlarıyla yenilenmesi başlığıyla okunmalı.
Bazı soruları sıkça duyduk bu süreçte. Mesela, Türkiye, bunca sorunun ve etrafında yanan ateşin ortasında ordusuyla kavgalı mı olmalı? Elbette hayır. Sürekli yüksek tansiyonda ve iç çekişmelerin girdabında mı olmalı? Buna da hayır.
Ancak bu sorulardan murat edilen, Türkiye’nin geçmişin köhne zihniyetiyle, 27 Mayıs’ın devamı olup tek farkları teşebbüs aşamasında kalmak olan güçlerle uzlaşması ise, buna hepsinden daha güçlü hayır!
Balyoz’dan çıkan ikinci fotoğraf karesi de bu.
***
Üçüncüsü, özellikle malum iğrenç tezgah (film) üzerinden başlayan ve ABD büyükelçisinin öldürülmesine kadar uzanan olayların, dünyada yeniden ‘neocon damarlar’a hayat vereceği beklentisinin, en başta CHP olmak üzere, Türkiye’deki ‘neocon’ odaklarda oluşturduğu heyecan.
Yeryüzünde birileri yeni bir 11 Eylül yaratıp, İslam’la ve Müslümanlarla hesaplaşmak için tezgah çevirirken, böyle bir rüzgarın Türkiye’deki iktidar dokusunu parçalayıp kendilerine fırsat çıkacağını düşünenler, belli ki Balyoz davasına da bu beklentiyle odaklanmışlar.
Bu da boşa çıktı. Ötekiler kadar net görünmemesi kimseyi yanıltmasın. Bu üçüncü fotoğraf karesinde, Oslo sürecini yeniden gündeme taşıyanlardan Amerikan seçimlerini manipüle etmeye çabalayanlara kadar hayli geniş bir koalisyon var.
***
17 Ocak 2011’de, yani yaklaşık iki yıl önce Balyoz’la ilgili şunları yazmıştım:
‘Türk ordusu, artık içe dönük tehdit algılarını gündeminde tutan bir anlayışla yoluna devam edemez. Kendi içinde herhangi bir topluluğu diğerlerine üstün kılan ya da onları kayıran bir anlayışı da terk etmek zorunda. Şu andaki tartışmanın odağındaki isim Çetin Doğan, böyle bir özel alan oluşturma çabasının altında kalmıştır ve ne söylediği, ne yaptığı ya da meydan okuması, onunla birlikte bu zihniyetin tarihe karışmasını durduramayacaktır.’
Öyle de oldu.
‘Kavga bitsin, artık bir yerde uzlaşalım’ diyenler bir gerçeğin farkında değil. Türkiye’deki hesaplaşmanın hedefi, geçmişle bağlarını koparmak değil. Aksine kendi kökleriyle bağlarını yok etmek için tezgah çevirenleri tasfiye etmek.
Onlar aradan çekilecek, Türkiye yoluna devam edecek. Hepsi bu.