Balyoz davası kararları Cuma akşamı açıklandı, ağır cezalar anlaşılan daha uzun süre tartışılacak.
Balyoz davası kararlarını analiz etmek isteyenlere naçiz önerim biraz aşağıda açıklamaya çalışacağım bu davanın temel farkını iyi anlamaları ve bu anlam üzerinden de başka gerekli sonuçlar çıkarmaya çalışmaları.
Balyoz davasında bir darbe suçlaması söz konusu idi, hakimler sanıkları suçlu buldular, ceza verdiler ama bu konu öyle sıradan bir konu değil.
Bir cinayet davası düşünün, ortada bir ceset var, bir sanık var, bir sanık avukatı var, bir de savcı .
Bu tür bir cinayet davasında tarafların tümünde cinayetin bir suç olduğu konusunda mutabakat vardır ama sanık avukatı cinayeti müvekkilinin işlemediğini savunacaktır, kimse adam öldürmek suç değildir demeyecektir, mahkeme de delillere göre kararını verecektir.
Balyoz davasında ise durum tümüyle farklıdır.
Cuma günü, yanılmıyor isem 325 muvazzaf ve emekli subay hakkında karar tesis edildi.
Bu muvazzaf ya da emekli subayların büyük bir bölümü için kendilerine isnat edilen suçun bu subayların, ailelerinin, kendilerini destekleyenlerin dünyalarında meşruiyeti yoktur.
Dikkatinizi çekmek istiyorum, bu subaylar için meşruiyet sorunu kararlar düzeyinde değil, isnat edilen suç düzeyindedir.
Bu insanların çok büyük bir bölümü AK Parti hükümetine karşı askeri darbe yapmayı normal, meşru görmektedirler.
Balyoz meselesi bugünlerde, hele karar sonrası çok yoğun tartışılıyor ama benim naçiz kanaatim tartışmaların bu meşruiyet karmaşası içinde yapılageldiği yönündedir.
Cuma günü hüküm giyen bu insanların aileleriyle, meslektaşlarıyla, onları destekleyen ve suçsuz olduklarını savunanlarla çok yakın geçmişte, çeşitli ortamlarda konuşma, tartışma olanaklarım oldu.
Sohbetin, tartışmanın uzaması durumunda gelinen yer hep aynı oldu.
Türk Silahları Kuvvetleri mensupları Cumhuriyet’in temel değerlerinin tehlikeye girdiğini düşünmeye başladıkları andan itibaren siyasete, üstelik kuvvet kullanarak müdahale etmeyi meşru bir davranış olarak algılamaktadırlar.
Bir nedenden kendilerinde oluşan bu kanının gerçekliği konusunda kendilerine bir soru sorduğunuz zaman da bu değerlendirmenin kendi tekellerinde olduğunu savunuyorlar.
Bu kanının güçlü göstergeleri dahi olsa bu konuda orduya bir görev düşemeyeceğini söylediğinizde de size kızıyorlar.
Anayasa’da, yasalarda, yönetmeliklerde, tarihsel belgelerde bu tür bir müdahaleyi meşru ve yasal gösterebilecek çok sayıda noktanın olduğunu savunuyorlar.
Askeri okullardan harp akademilerine kadar da aldıkları eğitim hep bu yönde.
Bu aşamada da benim aklıma, on senedir yürütme erkini kullanan, aynı süre zarfında TBMM çoğunluğunu elinde bulunduran, 2007’den günümüze de Çankaya ile kavgalar yaşamayan AK Parti’nin hukuk sistemimiz içinde bir çıban gibi duran bu yasal düzenlemeleri, mesela İç Hizmet Kanunu 35. maddeyi neden değiştirmediği, bırakın değiştirmeyi, bu saçma sapan maddeyi ve benzerlerini neden tümüyle kaldırmadığı, askeri okullarda, harp akademilerinde aşılanan çağdışı ideolojilere neden müdahale etmediği sorusu, soruları takılıyor.
Evet, Balyoz davasında hüküm giyen askerlerin büyük bir bölümü maalesef Çankaya’ya çıkan bir Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın eşlerinin türbanlı olmasından kendilerine vazife çıkarıyorlar ve bu vazife çıkarmayı da hem meşru, hem de geçenlerde Sayın Hasan Cemal’in Milliyet gazetesinde yazdığı en az altı madde üzerinden yasal görüyorlar.
CHP seçmeninin bile azımsanmayacak bir bölümü AK Parti hükümetine karşı bir askeri müdahaleyi maalesef gayrımeşru görmemektedir.
Toplum, iktidarıyla, muhalefetiyle daha evrensel hukuk normları üzerinden bir toplumsal mutabakat sağlayamaz ise yakın gelecekte de işimiz kolay olmayacaktır.