Maçın ilk başlangıcından kalan 5 dakikanın sonrası, belirlenen saatte gene başlatılamadı. Sis yüzünden, neredeyse bir devreye yakın süre beklemekle geçti... O arada maçın yeniden başlayıp başlamayacağı da belli değildi.
Böyle bir atmosferde; maç konsantrasyonundan ya da oyuna odaklanmaktan söz edilebilir mi? Maç başlamadan, içine edilmiş zaten... Sahanın karşı tarafı ve karşı korner köşeleri, tül perdenin ardından oynanıyormuş izlenimi veren tütsülü bir kıvamda görünüyordu. Pozisyon takibi sakattı...
Ne ofsayta kesin ofsayt diyebilecek, ne de faul pozisyonlarını uzaktan hakkıyla süzecek bir durumda değildim. Bu yüzden de; hiçbir şeyden tad alamadım. Karman-çorman bir şeydi...
Kaleci Tolga Zengin de benim gibi şaşkın durumda olmalıydı ki; Necip’in sıradan ve yumuşak bir kafa topu pasını, geriye doğru koşarak (Hayret edilecek şekilde) tutamadı ve kornere neden oldu. Normal koşullarda oynanan bir maçta, asla olmayacak bir şeydi...
Anlayacağınız maç, kendi doğal koşullarında değil; doğanın zorladığı ve izin verdiği koşullarda oynandı. Bu durumda klasik maç yazısı yazamazsın, beğenmediğin futbolcuya da bunun hesabını soramazsın.
***
Oynanması anlamsız, seyretmesi tatsız mücadele; kimin haklı kimin haksız olduğuna kesin hüküm verdiremeyen darlık/sığlık/kopukluk içindeydi. Böyle bir durumda kaliteyi elbette arayamazsınız ama; iki takımın futbolcuları da, şartların gereğine uyum sağlamış durumdaydı. İyi niyetle oynadılar... Her şeyden evvel efendi bir maç oldu.
Sisten faydalanıp, zor anlaşılacağı kanısıyla sinsi faul çabalarına giren olmadı. Dürüst, temiz, mert bir oyun seyrettik.
Maç sanki, her an tekrar ertelenecek kuşkusu ile biraz sıradan oynandı. Ama son dönemdeki futbolu eleştiri konusu olan Olcay, oyuna girdikten sonra Beşiktaş’ın havası, tavrı, temposu değişti. Tek başına bir adam koca takımı belki sırtlamaz ama, o girdi her şey değişti. Bu da bir gerçek!
3 puan baldan tatlı geldi.