"Yarın Bakü’ye gideceğim, en son beş-altı yıl önce oradaydım’’ dediğim Batılı bir diplomat, “Arada kaydedilen yeniliklere şaşırmaya hazır olun’’ dedi. Bir yıl aradan sonra yakında Azerbaycan’daymış; ‘’Yepyeni bir ülkeye gitmiş gibiydim’’ diye de ekledi...
Haklıymış... Modern havaalanından kent merkezine giden anayol ‘4+4’ şeritli olmuş; yolun iki tarafındaki binaların büyük çoğunluğu üzerlerine yeni birer manto geçirilerek yenilenmiş; her taraf zenginlere hitap ettiğini her halinden belli eden yapılarla dolu...
“Burası Haydar Aliyev Kültür Merkezi” dedi modern tarzda yapılmış yeni bir binayı gösteren genç mihmandarım; havadan bakıldığında binanın çatısında Aliyev imzası görülüyormuş...
Mihmandarım üniversitede ‘management’ okuyan bir genç kız; bana dönüp ‘’Siz buna ‘işletme’ diyorsunuz’’ açıklaması getiriyor, tertemiz bir İstanbul Türkçesi ile... Azerbaycan’dan dışarıya hiç adım atmamış... Hayır, ülkesinde yıllardan beri eğitim veren Türk okullarının birinden de mezun değil...
“Televizyondan” diye açıkladı temiz Türkçesini; takip ettiği Türk dizileri Azerice’den biraz farklı Anadolu Türkçesi’yle buluşmasını sağlamış... Akşam, Buta Sarayı’nda verilen yemekli davette de, bir grup genç mihmandar, Türkçelerini benim üzerimde denedi.
Şu sıralarda favori dizi ‘İntikam’...
Karşılaştığım yerli-yabancı kişilere Azerbaycan’a ilk gelişlerimde gördüğüm manzarayı anlatmaya çalıştım, ama nafile; kimseyi inandıramadım: Dökülen evler... Kentin kalınabilecek tek konaklama tesisi olan Azerbaycan Oteli... En temel ihtiyaç maddelerinden yoksunluk... Bayağı kalabalık bir toplulukla yenilen yemekler için ödenen gülünç rakamlar... 100 dolar verildiğinde bir çuval Manat alınması...
Aktardığım kişiler başka bir ülkeden söz ediyormuşum gibi baktılar yüzüme...
Oysa 20 yıl önce Bakü tam da bu anlattığım durumdaydı...
İzmir’e çok benzer Bakü, o sebeple özellikle severim... Oda sayısı sınırlı olduğu ve Sovyet-sonrası dönem ilgi çektiğinden gelenler fazlalaştığı için Azerbaycan Oteli’nde ancak torpille kalınabiliyordu. Her katında görevinin ne olduğu bilinmeyen istihbaratçı görüntülü biri otururdu ve oda anahtarınızı ondan alırdınız...
Şimdi yerinde beş yıldızlı JW Marriott Absheron Oteli yükseliyor... Bakü’nün dört bir tarafında sayıları her geçen gün artan bildik isimli lüks oteller var; parası olanlar için... Vaktiyle üç otuz para olan 1 Manat 1 Euro’ya eşit hale gelmiş çünkü...
Caddelerinde son model otomobiller yarışıyor...
Biri, “Arabası daha pahalı olan geçiş üstünlüğüne sahip gibi bir şey” dedi, “Belki de, eski alışkanlıkla sürücünün ‘möhim adam’ olduğunu düşündüklerindendir” diye de ekleyerek... Yeni zengin bir sınıf oluştuğu hemen anlaşılıyor zaten...
En başta aktardığım Batılı diplomatın “Yeniliklerin seni şaşırtmasına hazır ol” sözü her bakımdan geçerli. Buraya resmi bir ziyaretle son geldiğimizde, ziyafetlerin verildiği devlet konukevi olarak mütevazı ölçülerde bir mekân kullanılıyordu: ‘Gülistan Sarayı’...
Artık birden fazla alternatif var o hizmet için; Gülistan’ı hatırlayan bile yok...
Bu kadar yenilik yanında hiç değişmeyenler de var: Akşamki yemekli davette masada melûl-mahzun konukların yüzüne bakan ‘organik’ sebzeler... Masa komşularım Batılı konukların uyarmam üzerine tattıkları domates, salatalık ve biberleri yiyince çıkardıkları sesler benim yıllardır alıştığım lezzetler...
Son gelişimizde, bir meslektaş, “Memlekete de götürmeliyim” deyince otel odalarımızın kapısına bir kasa dolusu taze domates gönderilmişti.
Ülkede nitelikli insan yetiştirmeye dönük çabalar da meyvelerini vermeye başlamış; daha önce pek az Azeri Rusça dışında yabancı dil bilirken, şimdilerde yetişen gençler arasında İngilizce ve Fransızca gibi dilleri bilenler çok sayıda...
Peki şaşırdım mı? Hani uyarılmamış olsaydım bile az şaşırırdım. Sonuçta, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden doğal zenginliğini kendi insanlarına harcamaya başlayarak en kârlı çıkan ülkelerin başında geliyor Azerbaycan...