2020 Temmuz ayında Erivan yönetimi hem Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının, hem Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun geçtiği stratejik nitelikteki Tovuz'a saldırdı. Bu saldırıyla Paşinyan şu mesajı veriyordu: Mevcut enerji trafiğinden mahrum kaldım beni de dahil edin.
27 Eylül 2020 tarihinde ise ikinci kez Tovuz'a saldıran Erivan yönetimi cevabını Bakü'den hemen aldı ve savaş başladı.
Savaşın ilk günlerinde vurgulamıştım. Erivan yönetimi Karabağ kamburundan kurtulmak ve dünya sistemine dahil olmak için işgal ettiği topraklardan kurtulmak zorundaydı. Çünkü 1990'ların dünyası değişmiş ve o gün işgal motivasyonuna destek veren güçler bugün Ermenistan'ın fakirliği karşısında oldukça duyarsızdı.
Azerbaycan 44 günde gelen zaferle yıllardır işgal altında olan 5 şehir merkezi, 4 kasaba ve 286 köyü kurtardı. Artık 30 yıllık hasret bitmişti. 1992'de AGİT Zirvesinde kurulan Minsk grubu bu sorunu çözememiş ve Güney Kafkasya'daki işgale seyirci kalmıştı. 1994'ten beri ABD-Rusya-Fransa eş başkanlığındaki grup akan gözyaşına seyirci kalmış, kendi içindeki Ermeni diasporasının da etkisiyle problemi görmezden gelmişti.
Karabağ'ın işgaline ilk günden beri tepki koyan Türkiye bu haklı dava için üzerine düşeni yapmış ve Azerbaycan'la birlikte birçok ortak projeye de imza atmıştı. 2. Karabağ savaşına girerken askeri modernizasyonunu tamamlamış güçlü bir Azerbaycan'ın yanında Türkiye vardı elbette. Ancak Ankara eskisi gibi değildi ve küresel güçlerin karşı çıkışlarına rağmen Bakü'ye destek verdi ve Şuşa Beyannamesi'ne de imza attı.
Şuşa Beyannamesi yalnızca Ankara ve Bakü'yü ilgilendirmiyordu. Tahran, Moskova ve Batı başkentlerinden de dikkatle takip ediliyordu. Evet, Ankara'nın bazı Batı başkentleriyle sorunları vardı. Savunma sanayii yatırımlarından rahatsız olan silah satıcıları bir süredir Erdoğan'ı hedefe oturtmuşlardı ama bir yandan da Şuşa üzerinden NATO şemsiyesi Azerbaycan'ı dolaylı olarak gölgeliyordu.
Savaşın ardından Erdoğan'ın 6'lı platform önerisi gündeme geldi. Savaş sonrası bölgesel bir ittifakın ticaret hacmini artıracağını, bölgeye refah getireceğini söyleyen Erdoğan, bölgenin dünya sistemine katılımı için yapıcı bir çağrıda bulundu. Tahran ise 'Aras'ı ayırdılar' şiirine, Güney Azerbaycan'da karşılaşacağı sorunları önceden baskılamak için Zarifi üzerinden mübalağalı bir tepki verdi.
Tarihsel rekabetin diplomatik çaba ile korunduğu her iki başkentin Bakü-Erivan savaşındaki pozisyonları farklıydı. Erivan'ın nefes borusu olmaya devam eden Tahran yönetimi Güney Azerbaycan'ın Kuzey Azerbaycan'daki zenginliğe ve refaha yöneleceği kaygısıyla belki çok eskiden beri Ermeni diasporasıyla temas halindeydi. Minks Grubu'nu oyalayan küresel etkenler olduğu gibi bölgesel dirençler de mevcuttu 30 yıllık hikayede.
Güney Kafkasya'da tarihsel boyutta Rusya-Türkiye-İran varlığı söz konusuydu. Ancak son iki asırda Rusya'nın egemenliği vardı. Bugün Azerbaycan'ın silah ihtiyacını Türkiye, Rusya, İsrail karşıladı.
Askeri modernizasyon, istihbarat desteği ve yapay zeka teknolojisi ile dünya savaş tarihini dönüştüren Erdoğan Türkiyesi Aliyev'e kararlılıkla destek verdi. Şimdi bölgede Rusya ve kimilerine göre NATO'nun asi üyesi Türkiye vardı. İsrail ise hem Moskova hem de Bakü'deki yumuşak gücü ile öne çıkıyordu.
2. Karabağ savaşından sonra Paşinyan'ın seçimi tekrar kazanması, Ermeni halkının da makulü aradığını ve bölgedeki refah halkasına dahil olmak istediğini ispatladı. Ermeni halkı dünya sisteminden uzaklaşmış Tahran'ı değil Bakü'yü, Tiflis'i, Ankara'yı model alıp bölgesel bir diyaloğa yakın dönemde dahil olacak mı, birlikte göreceğiz. Ancak bu sürece İran'ın engel olmak isteyeceğini, Erivan ve Moskova'yı bu konuda etkilemeye çalışacağını biliyoruz.
Azerbaycan'ı sıkıştırmak ve belki bu vesileyle kendi içindeki dinamikleri boğmak Tahran'ın oyun stratejisi olabilir. Ancak Hazar-Bakü-Türkiye enerji koridorunun güvenliği karşıt gibi görünen Çin ve Batı sistemi için hayati damarlardan biri olacak. Türkiye-Azerbaycan-Pakistan üçlü diyaloğunu ve daha birçok parametreyi de dikkate almak zorundayız. Afganistan'da olup bitenleri ve gerilimin Pasifik'teki yansımalarını da göz önünde tutmak zorundayız.
Bugünlerde Tahran basınında karikatürlerle desteklenen manşetlerde Erdoğan-Aliyev düşmanlığı dikkatimizi çekiyor. Tahran yönetimi iki kardeş ülkeyi bir arada tutan kurucu değerleri ve motivasyonu anlamak için rasyonel düşünmeli ve dünyadaki eko-politik denklemi doğru okumalı.
Eylül ayında Şangay İşbirliği Örgütü'ne katılan İran, üreten, dinamik, dışa açık bir ülke mi olacak yoksa bugünlerde dillendirilen yeni Soğuk Savaş'ta ŞİÖ'nün vekil/aparatı mı olacak? Elbette Ankara yapıcı diplomasi ile Tahran'ın bu agresif tutumuna karşı dikkatli ve serinkanlı yaklaşacak ve dünya sistemine dahil olmasını tavsiye edecektir.