Cuma günü, Muş Alparslan Üniversitesi’nin Malazgirt ilçesindeki Meslek Yüksek Okulu’nun yeni kampüsünün temel atma töreni için Muş ve Malazgirt’e gittik. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Muşlu ve bu kampüsün yapımını üstlenmiş. Temel atma töreninde Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç, ilk olarak söz aldı ve konuşmasını Kürtçe selamla bitirdi; daha sonra söz olan Zafer Çağlayan ise konuşmasına yine Kürtçe selamla başladı ve bol alkış aldı. Biliyorsunuz, Malazgirt’in tarihi, milliyetçi -ve aslında bu anlamda bölücü- söylemler için epey kullanılan bir tarihtir. Tamam, 1071 tarihi önemlidir ama bu, bu toprakların yalnız Türkler’e ait olduğunu anlatmak için kullanılırsa, önemli ve doğru bir tarihi olayı, yanlış politikalar için kullanmaya dönüşür ki, bu ilk önce tarihe ihanettir. Bu yıllardır yapıldı, oradaki Kürt nüfusun inkarı için kullanıldı. Ancak Türkiye bu bölücü ‘inkar’ politikasını aşıyor. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanı hem birliğe vurgu yapıyor hem de yıllardır fiili olarak yasak olan Kürtçe ile konuşmasına başlıyor. Demek ki birlik inkardan geçmiyormuş, birlik ve bununla birlikte gelecek refah, demokrasiden, bir arada yaşama kültürünü geliştirmekten ve tam burada ısrar etmekten geçiyormuş.
Çağlayan’ın artık hiç de münferit olmayan hikayesi
İşte cuma günü Malazgirt’te Zafer Çağlayan’ı dinlerken ilk önce bunu düşündüm. Sonra Çağlayan, kendisinden de bahsetti; bakın bu da, tam da içinde bulunduğumuz şu ‘zamanı’ anlatmak açısından ilginçtir. Çağlayan, işçi, beş çocuklu bir ailenin ferdi. Baba Çağlayan’ın, Petkim işçisi olarak, Muş’tan Ankara’ya tayini çıkıyor. Çağlayan, 1975 yılında Ankara’da üniversite giriş kursuna gitmek için dershane parası bulamadığını ve hiçbir zaman ‘sıfır’ kitap alamadığını anlattı. Kızılay’da Zafer Çarşısı’nın kullanılmış kitap satan kitapçılarının abonesiymiş. O yıllarda hiç ‘gıcır’ kitabı olmamış. Üniversite ve sonra sanayicilik tabii ki bu anlamda bir başarı hikayesi...
Ama burada benim üzerinde durmak istediğim, Çağlayan’ın şahsında ifade edebileceğimiz Türkiye için yeni girişimci-sanayici profili. Yani baba Çağlayan patron değil işçi, bırakın aileden size bir şey kalmasını okumak için bile çalışmak zorundasınız.
Sanıyorum bugün Anadolu’nun birçok yerinde aile birikimine dayanmayan birçok girişimci Türkiye’nin ihracatının önemli bir bölümünü üstleniyor. Genel olarak bu dünyada da olan bir trend; örneğin, özellikle ABD’de ‘ileri teknolojiye’ dayanan yeni bir burjuva sınıfı var bu sınıf, geleneksel ve aynı zamanda tam şimdilerde çürüyerek çöken eski hakim sınıfın hızla yerini alıyor.
Kriz biraz da bunun krizi. Siz örneğin meraklıysanız Ford ya da Rothchild Ailesi’nin soyağacını sayabilirsiniz. Ama bugün elinizdeki akıllı telefonu ya da kullandığınız sosyal medya araçlarını geliştirip zengin olan ‘garaj çocuklarının’ babalarını biliyor musunuz, bunların resimlerini bir yerde gördünüz mü?
Bu açıdan Zafer Çağlayan’ın hikayesi, Türkiye’de başarılı bir KOBİ ve bunun sosyal- siyasi yanı da güçlü olan patronunun münferit hikayesi değildir.
Bu giderek çoğalacak ve yalnız geleneksel sanayi ile de kalmayacak, ABD gibi gelişmiş ülkelerde de görüldüğü gibi, yüksek teknoloji ve bilişim teknolojisi alanlarına da sıçrayacak yeni, karşı konulmaz bir sınıfın yükselişidir.
Çarpıcı bir örnek
Örneğin Zafer Çağlayan ‘faiz lobisi’nden bahsederken şu örneği veriyor; ‘bize gelen şikayetler içinde şu çarpıcı örnek var, bir bankadan 10 milyon Euro kredi kullanan bir KOBİ, düşen faizlere bağlı olarak, bu kredisini kapatıp yeniden yapılandırmak istemiş, bunun için kapatma komisyonu olarak tam 1 milyon 100 bin Euro istemişler.’ Çağlayan böyle örneklerin çok olduğunu, aynı durumun tüketiciler nezdinde de olduğunu söylüyor. Yani Çağlayan, Ekonomi Bakanı olarak geldiği iki yeri savunuyor. Birincisi geldiği yoksul aileleri, tüketicileri, ikincisi eski bir KOBİ patronu olarak KOBİ’leri ve tekel olmayan sanayicileri. İnanın Türkiye’deki itişmenin arkasında, büyük oranda, bu ‘sınıf’ savaşı yatar.
Devrim mi arıyorsunuz, işte!
Denetlenemeyen ve geometrik olarak çoğalan, yayılan bir teknoloji devriminden bahsediyoruz. Bunun artık dur durağı yok. Dünyada geleneksel hakim yapı ve bunun koruyucusu olan ulus-devletler, savaşlar için, birbirlerini ve halklarını yok etmek için ürettikleri teknolojiyi denetleyemiyorlar ve teknoloji üretimi artık savaş, tehdit ve insanlığa aykırı hakimiyet siyasası için üretilmiyor. Çünkü teknoloji üretimi, devletlerden ve bu devletlere dayanan eski hakim sınıfların tekelinden çıktı.
Dünyanın her yerinde bunun çatışması var. Türkiye’de de, devletin oluşturduğu rant alanlarında büyüyen, asker ve sivil devlet bürokrasisi ile ortaklık yapan oligarşik bir diktatörlük oluşturan, bizim yedi sülalesini ‘zengin’ bildiğimiz ve isimlerini tek tek sayabiliceğimiz ‘o’ ailelerin hakimiyeti bitiyor. Yeni sanayiciler, ihracatçılar zenginliklerini ailelerinin devlet korumasında büyümüş servetlerinden devralmıyorlar.
Elinizi çekin!
Bu arada şöyle paradoksal bir durumdan da bahsedeyim, bu ‘eski’ oligarşik yapı, daha önce Türkiye’nin başına ne darbeler ne ‘çoraplar’ ördüğünü hiç görmemiş yeni kuşağın özgürlük taleplerini destekler gibi yapıyor. Örneğin Gezi’de bu gençlerin kendilerini ifade etmelerini, siyasallaşmalarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Onlara kirli ellerini bu çocukların masumiyetinden çekmesini tavsiye ediyorum. Ayrıca o çocuklar bu oligarşinin mezar kazıcısı bunu da bilin. Ama bunu öğrendiklerinde ‘onlar’ için çok geç de olacak. Başta İngiliz büyük burjuva devrimi olmak üzere, bütün değişimlerde, alt-üst oluşlarda bunun sayısız örneği vardır.