Önce “Öldürüldü mü, yaşıyor mu?” meselesine bir açıklık getirelim. Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerine göre yaşıyor.
Maklubecilere göre de yaşıyor.
Hatta maklubecilerin bir iddiası var: “Bahoz Erdal öldürüldü” haberlerini el altından hükümet körüklüyor. Maksat, gündemi değiştirip diploma tartışmalarını unutturmak...”
Diploma mı?
Hani bir sivri zekâ Erdoğan’ın üniversiteyi bitirmediğini iddia etmişti de Beyaz Türk’ünden Maocu Kemalist’ine, Doğan Medya Grubu editörlerinden yeminli Gülen müntesiplerine, bütün kazurat takımı aylarca bu meseleyi tartışmıştı.
Kötü haberi vermek yine bana düştü:
Erdoğan “maalesef” üniversiteyi bitirdi... Bu satırların yazarı gibi üniversite, Zülfü Livaneli gibi “lise terk” değildir... Askerliğini de, hak kazanmış birçok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi “yedek subay” olarak yaptı...
Üniversiteyi bitirdiğine dair sağlam belge sunamayacak da, ayağına gelen her topu gole çeviren 28 Şubat’ın septik komuta kademesi “geriye dönük” işlem başlatmayacak... Öyle mi? Bu ülkede bakanlık yapmış Bahattin Şeker’i bile, “Senin aldığın askerliğe elverişli değildir raporunu iptal ediyoruz” diyerek, 40 yaşından sonra askere almışlardı, Erdoğan’ı mı affedeceklerdi?
İkinci kötü haberim de şu:
Bahoz Erdal “galiba” öldürüldü...
Sabah gazetesi, dün, olayın ayrıntılarını verdi:
Bahoz Erdal (asıl ismiyle Fehman Hüseyin), 7 aydır takip ediliyormuş. İlk girişiminden yara almadan kurtulmuş. Geçen ay, ikinci bir saldırıya uğramış. Aracına bomba konulmuş. 6 koruması ölmüş ama kendisi hafif yaralarla kurtulmuş.
Uzaktan kumandalı bombalar yetersiz kalınca “takipçileri” bu kez taktik değiştirmiş: “Bahoz yakın tarassuda alınacak, araç içinde kıstırılıp havaya uçurulacak...” Saldırı mekânı olarak da Bahoz’un doktor kontrolüne gitmek için kullandığı Himo yolu seçilmiş. Nihayet 8 Temmuz Cuma günü Kamışlı’dan Himo’ya giderken takibe alınan araç, dönüş yolunda (Kamışlı’nın 3 kilometre batısında bulunan Himo’daki kamp çıkışında) havaya uçurulmuş.
PKK’nın “Bahoz Himo’ya giderken o araçtaydı ama dönüşte araç değiştirdi” açıklaması durumu özetliyor. Yani, “öldürüldü” iddialarını güçlendiriyor.
Fakat, Hasan Cemal ikna olmuş değil...
Kötü haberi, Ege’nin mavi sularında seyir halindeyken almış. Çok üzülmüş. Üzüntüsünü satırlarına yansıtıyor. Ama yine de, PKK’nın yalanlamasının doğru çıkmasını istiyor. “Bilemiyorum” diyor, “karmakarışık bir ruh haleti” içinde olduğunu söylüyor ve duygusal patlamalarla kaleme alındığı besbelli yazısını, şu “duygulu” cümlelerle devam ettiriyor:
“Kan ve gözyaşı durmuyor. Her gün asker polis ölümleri... Her gün gerilla ölümleri... Öylesine büyük acılar ki. Gidip Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta, Lice’de acılara kendi yüreğimle dokunmak istiyorum. Cennet gibi yerlerde tatil yapmak içimden gelmiyor, çünkü cehennem gibi yerler aklımdan çıkmıyor. Vicdanım kanıyor. Acılar dallanıp budaklanırken, memleket kanlı bir dipsiz kuyuya çekilirken, maviliklerde tatil yapmak bazen vicdan azabı olabiliyor. Bir gazeteci olarak son yıllarda bu duyguya sık sık kapılıyorum. Evet öyle, hayat acımasız, adaletsiz. Kimileri bu hoyratlıkla ömür boyu yaşayıp gidiyor. Bu hoyratlıkla kimi elde silah, kimi elde kalem mücadele ediyor. Ama ‘filmin sonu’ nu görmek mümkün olabiliyor mu? Sanmıyorum. Ama iz bırakmak mümkün...”
Belli ki Bahoz Erdal, Hasan Cemal’de derin bir iz bırakmış.
Bir süre önce görüşmüşler, dağda baş başa iki gün geçirmişler.
Bahoz Erdal ona “Heval Hasan” diye seslenirmiş.
Biz “Eli kanlı bir terörist öldürüldü” diyoruz Hasan Cemal bu kanıda değil. Bahoz’un öldürülmesini “savaş zamanlarının ilk kaybı” olarak değerlendiriyor.
Şimdi bir sürü soru üşüşecek, “Katil sürüleri tonlarca bomba patlattı, yüzlerce sivil öldürdü. Ne savaşından, ne kaybından söz ediyorsun birader?” diye... Ama uzatmayalım. Burada keselim ve Heval Hasan’a “Başın sağ olsun” diyelim.